Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.
D. H. Lawrence’ın Women in Love‘ının kahramanları iki kız kardeÅŸ olan Gudrun ve Ursula’dır. Gudrun ufak heykeller yapan bir sanatçı, Ursula ise bir öğretmendir. Lawrence’ın da büyüdüğü kasaba olan Nottinghamshire’da yaÅŸayan bu iki kız, zengin bir madenci olan Gerald ve Rupert isimli bir ilköğretim müfettiÅŸi ile aÅŸk yaÅŸayarak kitabın ismine ters düşmemeyi baÅŸarırlar. Rupert’in (Züppe hallerine raÄŸmen ÅŸu romanda en sevdiÄŸim karakter olabilmesi baÅŸlı başına tuhaf bir durum. Lodge’ın baÅŸka bir noktada söylediÄŸi “Whatever you think of Lawrence’s men and women, he was always brilliant when describing animals.” cümlesi inanın benim gibi okurlar için daha da anlamlı) iliÅŸkiler, karşı cins ve cinsellik hakkında farklı fikirleri vardır. Ursula ise bildiÄŸiniz kadındır. Gudrun ile Gerald’da ise daha önce Nice Work‘te de gördüğümüz sanayici-sanatçı çekiÅŸmesini görürüz. Öte yandan Gerald ile Rupert arasında hiçbir zaman açıkça dile getirilmeyen eÅŸcinsel bir çekim vardır. “Acaba bu adamlar birlikte olmaya baÅŸlayıp kızları aÅŸklarıyla baÅŸbaÅŸa mı bırakacaklar?” diye sık sık düşünmeme raÄŸmen delikanlılar arasındaki en büyük yakınlaÅŸma bir sahnede güreÅŸmeleri oldu.
Kitap bu dörtlünün (ve birkaç yan karakterin daha) diyaloglarından oluÅŸuyor desem çok abartmış olmam zannediyorum. OkuduÄŸum günlerde bana “nasıl gidiyor?” diye soran herkese “konuÅŸuyorlar iÅŸte” cevabını vermem boÅŸuna olmasa gerek.
Her ne kadar romanda geçen belirli bir olay için sembolizmi tartışacak olsak da aslında eserin tümünün sembolizme örnek olarak verilebileceÄŸini rahatlıkla söyleyebilirim. Lodge’in örnek olarak verdiÄŸi bölümde Gerald yakınlardan geçen trenin gürültüsüyle ürken atını sakinleÅŸtirirken Ursula ve Gudrun adamı izliyor. Gerald’ın babasının maden ocaklarının yönetimini devralmış genç bir zengin olduÄŸunu bir kere daha hatırlatmak istiyorum. Öte yandan kahramanların yaÅŸadığı yer olan Nottinghamshire kırsal bir bölge iken madenciliÄŸin geliÅŸmesi ile sanayiyle tanışmış. Bu açıdan bakıldığında sahnemizdeki trenin madencilik endüstrisini, atın ise doÄŸayı temsil ettiÄŸini söyleyebiliriz. Endüstri gücüyle doÄŸaya hükmediyor ve korkutuyor (trenin sesinden korkan at). Gerald ise (yani kapitalizm) atı trenin yarattığı mekanik sese alışması için zorluyor. Hem Ursula hem de Gudrun atın nasıl korktuÄŸunu fark ediyorlar. Ursula, Gerald’ın ata kaba davranışı karşısında dehÅŸete düşüyor. Bizi daha çok ilgilendiren ise duruma Gudrun’un tepkisi -ki zaten Lawrence da bölümü Gerald’la aralarında büyük bir “elektrik” olan genç kızın bakış açısıyla anlatmış. Gudrun, Gerald’ın atı kontrol etmesindeki erotik yanı fark ediyor (bu erotizmi biz okuyucular da es geçmiyoruz). Aslına bakacak olursanız Lawrence’ın asıl amacı da çift arasındaki bu çekimi bizlere gösterebilmek. Bir süre sonra fark ediyoruz ki Gerald’ın gücüyle kontrol altına aldığı at deÄŸil, adamın yaptıklarının ÅŸehvetini tutkuyla fark eden Gudrun oluyor. Lawrence’ın bir diÄŸer baÅŸarısı ise araya kamyonların gürültüsü, trenin hareketi gibi sesler katarak simgeselliÄŸin yoÄŸunluÄŸu ile okuyucuyu boÄŸmamak.
Dikkat ettiyseniz örnek metinde iki farklı sembolizm yöntemi var. DoÄŸa/sanayi ikilisinde hem metonimi (düzdeÄŸiÅŸmece) hem de synecdoche (“Türkçe’sini bilmiyorum, siz biliyor musunuz?” diye sormamın üzerinden beÅŸ sene sonra gelen ekleme: kapsamlayış – YaÄŸmur Güvenç‘e teÅŸekkürler) görebiliyoruz. Ne demek istiyorum? Lokomotif sanayiyi temsil ediyor çünkü lokomotif sanayi devriminin bir sonucu/etkisidir. Öte yandan at doÄŸayı temsil ediyor. Çünkü at doÄŸanın bir parçasıdır (dar anlamlı bir sözcüğü geniÅŸletiyoruz). Cinsel sembolizmde ise Gerald’ın atı kontrol altına almasıyla insanların seviÅŸirken yaptıkları hareketler arasındaki benzerlikten yararlanılmış, özetle metafor kullanılmış.
Lodge’ın üstünde durduÄŸu en önemli konuyu söylemeden haftayı bitirmeyeyim: Sembolizmin birinci kuralı elinde kurguladığın çok saÄŸlam bir hikâyenin olması. Söyleyecek bir ÅŸeyin yoksa ya da söyleyeceklerin önemsiz/yetersizse onu nasıl söylediÄŸinin hiçbir önemi yok. Yani sembolizm anlatmak istediklerinizi güzelleÅŸtirmek için bir yöntem ama kendi başına bir güzellik deÄŸil.
On dokuzuncu yüzyıl Fransız ÅŸiirinde Baudelaire, Verlaine, Mallarmé gibi isimler sayesinde öne çıkan sembolizm bu ÅŸairlerin etkisiyle yirminci yüzyıl Britanya edebiyatında bol bol yer bulmuÅŸ. Bir örneÄŸini bugün gördük. Bir diÄŸerinden ise haftaya Graham Greene’le “Egzotik” konusunu iÅŸlerken bahsedeceÄŸiz. O zamana kadar kendinizi sıcaklardan iyi koruyun ve bunun iyi bir yolunu biliyorsanız mutlaka benimle de paylaşın.
[1] FotoÄŸraflar André Kertész’in ilham verici kitabı On Reading‘ten. Telif hakları André Kertész’in mirasçılarına aittir. Güzelonlu’da sadece bilgilendirme amacıyla kullanılmıştır.
Hiç yorum yok