Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.
John Fowles, okuduÄŸum ilk günden beri aramızda gizli bir ÅŸeylerin olduÄŸuna inandığım yazarlardan biri oldu. Öldüğünü öğrendiÄŸim gün çok acı baÅŸka bir ÅŸeyi daha fark etmiÅŸtim: Fowles’un artık yeni bir kitabını/yazısını okuyamayacaktım çünkü her ÅŸeyi çoktan bitirmiÅŸtim. Sanırım sevdiÄŸim yazarların en azından bir kitabını bekletme huyunu da bu yürek yakan fark ediÅŸin ardından edinmiÅŸ oldum. Projede ismini gördüğümde de yıllar önce okuduÄŸum Fransız TeÄŸmenin Kadını‘nı bir kere daha elime alacağım için çok sevindim (SevinmediÄŸim isimler de oldu. Onlara da geleceÄŸiz).
Uzatmadan konuya gireyim. David Lodge’ın yalancısıyım, Sir Walter Scott, Waverly (1814) ve The Heart of Midlothian (1816) romanlarıyla okuyucuda geçmiÅŸ hissini uyandırarak yazabilen ilk yazarmış. Bu iki tarihi romana bu özelliÄŸi kazandıranlar ise sadece tarihi kiÅŸilik ve olayların deÄŸil; döneme ait kültür, ideoloji, ahlak ve davranış ÅŸekillerinin de baÅŸarıyla canlandırılabilmesi olmuÅŸ. Yani sayın Scott, geçmiÅŸin sıradan insanlarının yaÅŸayış ÅŸeklini tüm yönleriyle okuyucusuna sunabilmiÅŸ. Öte yandan Viktorya dönemi romanları için ÅŸimdiki zamanı anlatan tarihi romanlar yakıştırması yapıldığını da size söylemeliyim. ÖrneÄŸin Vanity Fair‘i anımsayalım. Thackery bu romanı 1840’larda yazmış. Fakat kullandığı nükteli dil ile nostaljik bir hava yakalamayı baÅŸarmış. Henüz okuma ÅŸerefine eriÅŸemediÄŸim Middlemarch’ta da benzer bir durum varmış diyorlar. GöreceÄŸiz.
Modern yazarların anlatmayı en sevdiÄŸi konulardan biri de yakın tarihli geçmiÅŸ zamandır. Fay Weldon, Female Friends‘te bunu yapmaz mı? Fakat, John Fowles ve Fransız TeÄŸmenin Kadını‘nda bambaÅŸka bir ÅŸey var. Modern bir yazar, Charles Dickens ya da Thomas Hardy ile aşık atarak yakın tarihi bir tarafa bırakıp 19. yüzyıl insanlarını anlatmaya cesaret ediyor ve bunda baÅŸarılı oluyor. Ä°ÅŸte bambaÅŸkalık tam da burada.
Romanın ilk paragraflarını okuduÄŸunuzda dikkatinizi bu eserin ne zaman yazılmış olabileceÄŸine dair bir tahmin yürütemiyor olmanız çekiyor. Peki ama Fowles bunu nasıl saÄŸlamış? Bir kere balıkçılar, onların aÄŸları, istakozlar ve tekneler gibi nispeten zaman bağımsız ÅŸeylerden bahsederek. Ama daha önemlisi anlatışında 200 yıllık yazı geleneÄŸine ait farklı tarzlara rastlayabiliyorsunuz. Manzara, romanın kahramanlarından biri olan Charles’ın bakış açısıyla verilmiÅŸ -ki Charles’ın en baskın özelliÄŸi kelimenin tam manasıyla döneminin adamı olması.
Bir süre sonra Fowles bizlerle olayların 1867’de yani romanı yazdığı dönemden yaklaşık 100 sene öncesinde geçtiÄŸi bilgisini paylaşıyor. Özellikle karakterlerin kıyafetlerini baÅŸarıyla detaylandırabilmesi dikkat çekiyor. Derken farklı bir yola giriyor ve bir paragraftan diÄŸerine deÄŸiÅŸen yorumlarla bize hem günümüz hem de o günlere ait bakış açısını sunuyor. Åžunu demek istiyorum: Hem bir yirmi birinci yüzyıl insanı olarak “Ne var ki bunda? Amma da abartıyorlar” diyorsunuz hem de bir on dokuzuncu yüzyıl kuralcılığı üzerinize yapışıyor ve “Böyle rezalet görmedim. Charles her ÅŸeyi hemen düzeltmeli” diye ortalığı ayaÄŸa kaldırabiliyorsunuz. Sanırım, romanın baÅŸarılı sayılmasının sebebi tam olarak bu. Elbette ki Fowles’un anlattığı zamandaki insanların yaÅŸayışı, kültürleri, bakış açıları, gündelik alışkanlıkları üzerine yaptığı titiz araÅŸtırmayı takdir etmeden ve dahası Thomas Hardy, Charles Darwin, Matthew Arnold, Lord Tennyson gibi 19. yüzyıl kiÅŸilerinin eser ve fikirlerini incelikli bir ÅŸekilde aralara serpiÅŸtirmeyi bilmesini alkışlamadan bu yazıyı bitirecek deÄŸilim. Yoksa öyle mi sandınız?
Bir sonraki yazımızda Charles Dickens ve Jane Austen ile “Havalar” mevzusunu iÅŸleyeceÄŸiz. Buna adım kadar eminim çünkü: “Seni yendim Charles Dickens. Seni yendim!”
Hiç yorum yok