Bu kategorinin altındaki yazıları inceliyorsunuz:

Kitaplar

Kitaplar, Proje: David Lodge

1. hafta: Ford ve Austen ile başlangıç

almeidajr

Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.

Ford Madox Ford, dünyaya Ford Hermann Hueffer olarak gözlerini açmış. 45 yaşına geldiğinde büyük babası ön-raffaelocu ressam Ford Madox Brown’u da onurlandırmak adına ismini değiştirmesi benim kendisine yakınlık duymamı sağlamadı dersem yalan olur. Brown‘u tanıyor olmama rağmen bugüne kadar torununun ismini hiç duymamıştım. Böylece Lodge’ın bana kazandırdığı ilk şey Ford oldu.

Ford, The Good Soldier‘ı Birinci Dünya Savaşı başladığı dönemde tamamlamış ve yazarın aklındaki son şey eserini İyi Asker olarak adlandırmakmış. Kitabın yayıncısı Saddest Story isimli bir romanın büyük buhran yaşanan o günlerde iyi satış yapmayacağından fazlasıyla endişeli olduğundan yazar üstünde baskı kurmuş. Yayıncının çektiği son telgrafta yazanlara bir hayli sinirlenen Ford, cevap olarak “oldu olacak romanın ismini İyi Asker koyalım.” gibi ironi dolu bir cevap yazınca yayıncı bu mesajdaki ironiyi umursamamış ve kitabı bu isimle basmış. Yazar, savaş sonrasında romanın ismini değiştirmeye uğraşsa da artık bunun için çok geçmiş. Bu açıklamadan sonra ne kadar şaşırırsınız bilmiyorum ama bir noktayı açıklamama izin verin lütfen: Roman savaş ya da askerlerle ilgili değil. OKUMAYA DEVAM EDİN

Kitaplar, Proje: David Lodge

David Lodge ile bir sene

magritte_reading_woman

Her insan geriye baktığında hangi duygular ile başladığını sonradan kestiremediği bazı işlerle karşılaşabilir. Bir de bakarsınız neden çıktığınızı bilmediğiniz yollar, neden güvendiğinizi anlayamadığınız insanlar, neden güldüğünüze anlam veremediğiniz espriler, neden zevk aldığınızı bilmediğiniz gündelik alışkanlıklar yaşamınızda hatırı sayılır bir yer almış.

Birkaç haftadır, biraz sonra size açıklayacağım yeni projemle ilgili olarak kendimle bir savaş halindeyim fakat sonunda bu işi yapmak için duyduğum çocukça heyecan ve karşı konulmaz heves ağır bastı. David Lodge sadece romanlarını sevdiğim bir yazar değil, aynı zamanda düşüncelerine değer verdiğim bir edebiyat eleştirmeni ve profesörü. The Art of Fiction ise onun bu konulardaki fikirlerini açıkladığı makalelerden oluşan kitaplarından sadece biri. Lodge, bu kitabın her bölümünde bir (ya da iki) eserden örnek vererek kurgu romanın bir özelliğini inceliyor. The Art of Fiction’ı okumanın herhangi bir zorluğu olmadığına herhalde kimse itiraz etmez. Benim hedefim ise şu: Her hafta önce yazarın örnek olarak gösterdiği romanı ardından ise makaleyi okuyup (eğer vaktim kalırsa) bunu sizlerle paylaşmak. Böylece önümde toplam 50 bölümden oluşan kitabı bitirebilmek için 50 hafta oluyor. Bahsettiği kitapların bir kısmını okumuş olmama rağmen hepsini tekrar okumanın benim için bir sakıncası olmadığına karar verdim. Ancak Lodge’ın seçtiği kitaplardan bazıları benim vakit darlığımdan ötürü bir haftada bitiremeyeceğim kalınlıkta. Böyle durumlarda o haftayı daha önce okuduğum bir kitabın makalesi ile tamamlamayı düşündüm. OKUMAYA DEVAM EDİN

Garip adamlar, Kitaplar

Ara sıra Brautigan’ı düşünmek

championfisher

24 Aralık 2006

1993 bilemedin 1994 senesinde benim de yaşadığım kasabadaki bazı insanlar ufak bir değişim fark ettiler.

Artık gerçek bir kitabevi müşterisi olabilmenin bedeli ufak bir yokuşu tırmanmak idi sadece. Raflarında -sadece- kitapların bulunduğu ve o kitapların nefes alabildiği bir yerdi burası. Hafif bunalımlı, biraz tribal fakat iyi niyetli olduğu her halinden belli sahibesi, o zamana kadar gidilen ve ilk göz ağrısı olan, aslına bakacak olursanız her zaman da öyle kalacak kitapçı beyefendi kadar güleryüzlü olmasa da, bu kitabevinin o kasabaya, hadi fazla büyütmeyelim, bazı kasabalılara kazandırdığı vizyon ve genişleme duygusunu yadsımamakta fayda var. Bu kitabevi o zamanlar ilk gençliklerini yaşamakta olan insanların yeni yazar ve kitapları keşfetmeleri için eşsiz bir mekandı. İstedikleri bir kitabı okuyabilmek için güleryüzlü beyefendinin oğlunun baba mesleğini geliştirmek için uğraştığı Beyoğlu’ndaki dükkanından ısmarlanan kitaplarını 3 hafta süreyle beklemek zorunda kalmamaları bu gençler için büyük bir yenilikti, mesela (Meselaya ama = Yine de ufak bir itiraf yapmak gerekirse aynı gençler yıllar sonra Beyoğlu’nda artık bir marka olmuş ve hatta bir kısım gazete tarafından Türkiye’nin en iyi kitabevi seçilmeyi başarmış oğul’un kitabevine her girdiğinde hayatlarında çok fazla hissetmedikleri buruklukla karışık o memnuniyeti duyumsarlar). Her şeye rağmen kasabada kitapsal anlamda devrim yapmış olan ufak ve de yeni mekana dönmekte fayda var. Çünkü anlatacaklarımın gerisi tamamen bu ufacık yer sayesinde oldu. Bu yeni mekana gidip gelmeye başlayan gençler gel zaman git zaman içerisinde tezgahların yan tarafında bulunan masada devasa boyutlarda bir dergi ile karşılaşırlar. Kimse onu anlamadığı için bu dükkanı açmış olan ve de saçlarının kıvırcık olmasından gayrı fiziki hiçbir detayı hatırlanamayan sahibe tam da o günlerde müşterilerinin de onu anlamadığına inanıp fena halde içerlemektedir. Sahibenin bu değişken ruh durumlarını fazla sallamayan gençler ise dergiye dikkat kesilmişlerdir, hele bir de dergiyi meşhur bir yayınevinin kitaplarını tanıtmak amacı ile bedava olarak dağıttığını öğrendiklerinde keyifleri iyice yerine gelir. Her biri birer dergi alıp çıkarken içlerinden bir tanesi derginin kapağının güzelliğinden etkilenip iki tane alarak ortamı terk eder. Dergilerden birisini okumak ve saklamak için diğerini ise odasına asacağı poster imalatında kullanmak için almıştır. Dergiyi okuyup fena halde beğenen bu gencimiz o dergi sayesinde çok sonraları “çok severim” diyeceği yazarlarla tanışır. Derginin eline aldığı kısıtlı miktardaki sayısından çok etkilenir. Bu güzel günler çabuk geçer, önce derginin boyutları küçülür, sonra parayla satılmaya başlar tam buna da şükür diyecekken tribal bünyeli sahibe aylık depresyonlarından birinden kurtulamaz ve dükkanının kapısına kilit vurur. OKUMAYA DEVAM EDİN

Kitaplar

Yaz kitapları, Jane Austen sevgim ve “Hadi oradan” eşiğim

Bu yaz başında (gerçek bir kuzey insanı olarak yaz benim için Temmuz’da başlar), evde üst üste yığılmış hala okuyamadığım kitapları bir süre daha dinlendirmeye karar vererek kendime bir kaç aylık yeni bir okuma listesi yaptım. Siparişlerimin geldiği gün çocuklar gibi sevindim. Gene aynı günlerde aklıma birkaç sene evvel topluca yaptığımız amazon alışverişinde arkadaşlarımdan birinin aldığı bir seri geldi. Bu seri, Jane Austen’in Pride and Prejudice’inin farklı uyarlamalarını içeriyordu. Yazar, Elizabeth Bennett ve Fitzwilliam Darcy’nin ilişkisini Pemberley aşamasından ele alıyor ve bir tür “what if” senaryosu uyguluyordu.

prideBu arkadaşımdan kitaplarını ödünç istediğimde hiç beklemediğim bir tepki ile karşılaştım. Gülerek “Ooo Jane Austen-porn” dedi. Tanıdığım her açıdan Audrey Hepburn’e benzeyen tek insandan böyle bir cümle duyunca itiraf etmem gerekiyor ki biraz irkildim. Ama daha önceki yıllarda Jane Austen’i edebiyat, feminizm, tarih, sosyoloji gibi farklı alanlarda fazlasıyla incelemiş bir insandım (Burada Morris Zapp’e de bir teşekkür etmem gerekiyor herhalde). “Pornografi de eksik kalmasın” diyerek kitapları aldım ve okumaya başladım.

Esas itiraflarım şimdi başlasın: İsmi Impulse and Initiative olan ve kapağı isminden de beter olan bir kitabı okumaya çalışmak bile zorlayıcı bir uğraş oldu. Gazete kağıdı ile kaplamayı bile düşündüm. Ama asıl sorun sonra baş gösterdi. Kitabın içeriği, kurgusu ve anlatımı beni hayretler içinde bıraktı. Adını bir daha anamayacağım bu eseri okurken sürekli güldüm. Yazarı olan Abigail Reynolds’ın Austen’i, karakterlerini ve yazın anlayışını hiçbir şekilde anlayamadığına emin oldum. Daha sonra ise Abigail Hanım’ın böyle bir derdi olmadığını dehşetle fark ettim. Kırk yıllık Mr. Darcy’nin yaptıkları ve kurduğu cümleler ve Lizzy’nin ona verdiği cevaplar, ikilinin kırdığı cevizler o satırları her nerede okuyorsam beni o noktada gülme krizlerine soktu. Kitaplar ilk aklıma geldiğinde düşündüğüm şey bu olmamasına, ticari bir yapıtla karşı karşıya olmama, yazarının ucuz bir aşk romanı yazarından bile beter olmasına rağmen hiç sinirlenmedim, neşe içinde kitabı tamamladım, ikinci kitaba geçtim. OKUMAYA DEVAM EDİN

Kitaplar, Tiyatro

Sartre bunu bana neden yaptı?

1945 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Jean-Paul Sartre hem duyduğu merak hem de tüm Fransızlar’ın hissettiği minnet duygusuyla Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret etti. Kazın ayağının farklı olduğunu anlaması uzun sürmedi ve 1946 yılında, orada gördüğü sınıf ayrımı ve ırkçılıktan, Richard Wright‘tan ve Scottsboro davası‘ndan ilham alarak Saygılı Yosma‘yı yazdı. 2005 yılında ben Bahar Malik, bizzat kendim oyunu izledim. Özellikle metne hayran kaldım ve André Gide’den elli sene kadar sonra aynı şeyi düşündüm: Bu oyun Sartre’ın başyapıtlarından biriydi.

respectful_pros

Saygılı Yosma’da, ABD’nin güney eyaletlerinden birine taşınmakta olan hayat kadını Lizzy’nin öyküsü anlatılır. Trende kendisini taciz eden dört zengin beyaz adam bu tacizin ardından iki siyahi ile kavga edip birini öldürür. Cinayeti işleyen beyaz, ünlü bir senatörün yeğeni ve nüfuzlu bir ailenin oğludur. Olayın tek şahidi Lizzy’dir ve vereceği ifadeye göre ya gerçek katil ya da zenci tutuklanacaktır.

Oyunun metni kadar kurgusunun da kusursuz olduğuna inanıyorum. Oyun sonunda Lizzy, çok da şaşırmayacağımız üzere beyazların baskısına karşı koyamaz ve zengin adamı kurtarır. Siz bu gerçekçi sonu okumanızın ya da izlemenizin ardından kişiliğinize göre ya dağılırsınız ya da gidip Sartre’ın elini sıkmak ve “tebrik ederim” demek istersiniz. OKUMAYA DEVAM EDİN