Sizi terk ettiğim yer işte tam da şurasıydı: Şurası.
Kimsenin beklemediÄŸi üzere Londra’da gördüğüm eserlerden bazılarını anlatmaya devam ediyorum. Çünkü seni yeneceÄŸim Londra! Seni yeneceÄŸim!
Londra’da zaman geçirdikçe gerginliÄŸim artıyordu çünkü hâlâ yapamadığım çok ÅŸey vardı ve muhteÅŸem planımın hepsini uygulayabileceÄŸime dair şüphelerim de artmıştı. Açıkçası bir ÅŸeyleri feda etmem gerektiÄŸini biliyordum ama neyi feda edeceÄŸime bir türlü karar veremiyordum. En sonunda “insan bir Sargent da göremeyecekse niye yaÅŸasın ki?” diyerek Tate Britain’a gitmeye karar verdim. Pimlico durağında beni hoÅŸ sürprizler bekliyordu. Metro çıkışısında (ya da bakış açısına göre giriÅŸinde) hemen yakındaki müzede hangi eserleri görebileceÄŸimiz bize tanıtılıyordu. “Ah Sargent Bey de var, baÅŸka kimler var acaba?” diyerek hepsini inceleyip Turner’ın, Henry Moore’un ve Degas’ın fotoÄŸraflarını çektim.
Tate Britain’ın düzenini yine deÄŸiÅŸtirerek bir kere daha klasik müze görüntüsüne dönmüşler. Buna biraz üzüldüm çünkü yapmak istedikleri yeniliklerin gizli destekçisiydim. DeÄŸiÅŸiklikleri kimseyi ürkütmeden yaptıklarını düşünüp takdir ediyordum. Oysa demek ki birilerinin tepkisini çekiyorlarmış.
Neyse… Sonuçta Sargent’lar Sargent’tı. MuhteÅŸem portrelerini ve özellikle de çizdiÄŸi zarif elleri gereÄŸinden fazla bir heyecanla inceledikten sonra aÅŸağıdaki manzarasıyla karşılaÅŸtım. Sargent’ın böyle bir manzara resmi yaptığını görmek bana savaÅŸ temalı eserlerinden bile ilginç geldi. Gözümde öylesine salon beyefendisi ki. Bu tabloyu Ãœrdün’de yapmış. Sargent Bey’i gerçek bir dandy olarak Ä°talya’da beyaz takımıyla siesta yaparken hayal edebiliyorum ama o  konfor düşkünlüğüyle Ãœrdün’ü baÄŸlayamadım. “Ah Sargent, seni gidi küçük oryantalist” diyecektim ki oraya sipariÅŸ sebebiyle gittiÄŸini öğrendim.
Bilirsiniz her müzede tüm ziyaretçilerin ulaÅŸmak için birbirini ezdiÄŸi ve en çok vakti geçirdiÄŸi bir saygı duruÅŸu odası vardır. Tate Britain’da bu odanın sahipleri Ön-Rafaelocular.
Karanlık geçmiÅŸimde ilgimi çektikleri bir dönem olsa da dürüst olmak gerekirse son yıllarda benim ön-Rafaeloculara pek merakım yok. Yine de tatlı intiharın tüm acılarından kurtardığı Ophelia’nın önünde ben de saygı duruÅŸunda bulunarak görevimi yerine getirdim.
Sonra gittim biraz Lowry’e baktım. L. S. Lowry ile 16. yüzyıl Hollanda resimlerini karşılaÅŸtırmayı düşündüm. Sonra son zamanlarda ne görsem 16. yüzyıl Hollanda resimleriyle karşılaÅŸtırmayı düşündüğümü düşündüm.
Tate Britain’in Henry Moore odasını ve Francis Bacon’larını da takdir etmeyi unutmadım. Özellikle Bacon takdir edilmeyecek gibi deÄŸildi.
Sonra J. M. W. Turner salonlarına gittim. Bir insan Turner görmek istiyorsa bu salonlara gitmeli. BaÅŸka bir yere ihtiyaç duyacağını sanmıyorum. Turner’ın deniz canavarı günümü ÅŸenlendirdi.
Tate Britain’dan çıktığımda niyetim Saatchi’ye gitmekti. Ancak efsane bir vurdumduymazlıkla efsane bir yanlış otobüse binme vakası yaÅŸadım (ÅŸaşırmadınız). Ä°ndiÄŸim yerden Tate Modern’e giden bir otobüs geçtiÄŸini fark ettim ve ani bir karar deÄŸiÅŸikliÄŸi ile Tate Modern’e gittim. Modern’e girdiÄŸim anda Pierre Bonnard’la karşılaşınca kendimi kaybolmam konusunda tebrik ettim.
Ben görmeyeli Tate Modern’de pek çok ÅŸey deÄŸiÅŸmiÅŸ. Åžapel görüntüsünde Kırmızı Rothko odaları yapmışlar. Çok etkileyici. Monet ve Rothko arasındaki iliÅŸkiyi görebileceÄŸiniz ufacık bir alan yaratmışlar o da güzel. Renklerle ilgili birkaç oda yapmışlar (fazla eÄŸitici ama neyse) Ãœst katlardaki yeni odalarını da beÄŸendim. Şöyle bir Peter Doig gördüm ve aklıma bu resmi 16. yüzyıl Hollanda resimleri ile karşılaÅŸtırmak geldi :)
Peter Doig ile aynı odayı paylaÅŸan Wilhelm Sasnal ve Marlene Dumas’nın son yıllarda nasıl müze ve galerilerin el birliÄŸiyle parlatıldığını düşündüm. Ä°kisiyle ilgili de olumsuz bir fikrim yok ama tüm önemli sanat alanlarında bir anda oda sahibi olmalarının tesadüf olamayacağının da farkındayım.
Bu arada Tate Modern beni de düşünmüş ve son yıllardaki önemki tutkularımdan beyaz üstüne beyaz üzerine de bir oda yapmış.
Londra’ya gittiÄŸimde yapmayı sevdiÄŸim bir diÄŸer ÅŸey de Japon yemekleri yemektir. Ä°ngilizlerin kendilerine ait bir mutfağı olmadığı için (en azından bana hitap eden) bu ÅŸehri sevdiÄŸim bir mutfağın yemeklerini yemek için kullanıyorum. Son akÅŸam yemeÄŸimde de geleneÄŸi bozmak istemedim ve bir Japon lokantısına gittim. Mekana biraz erken vardığımı fark edince yakınlardaki Courtauld Gallery’e şöyle bir girip çıkmaya karar verdim (çünkü Manet, çünkü Seurat)
Seurat’nın bu tablosu hakkında ayrıca uzun uzun konuÅŸacağım. Son zamanlarda Seurat ile ilgili biraz daha okudum ve ufkumu açacak baÅŸka yazılar da okumayı çok isterim. Seurat’nın denize bakan kızı demiÅŸken ÅŸu güzellikleri de tekrar hatırlayalım: Buyrun hatırlayalım.
Courtauld Gallery’e gittiÄŸim günün gecesi Londra’dan ayrıldım. Åžimdi bu satırları yazarken o günler mazide çok uzak ama çok güzel bir anıymış gibi. geliyor. Eh, ilkbaharda yazmayı planlayıp sonbaharda yazıyı bitirince demek böyle oluyormuÅŸ. Planım ile eylemim arasında pek çok ÅŸey yaÅŸadım. Bazılarını size anlatmak isterim ama artık onlar da baÅŸka bir bahara…
4 Yorum
Kırmızı Rothko odası <3 <3 <3
Bir sonraki Londra seyahati öncesi Uzakdoğu lokantaları için birçok tavsiye verebiliriz :)
Çok sevinirim, süper olur :)
çok güzel bir yazı olmuş. hatta keşke uzun olsa dedirtti. sizi zevkle takip ediyorum ve benim gibi pek çok insan olduğuna da eminim. yolunuz açık olsun.
Çok teşekkürler.