Bu yaz birkaç günü Londra’da geçireceğim ortaya çıkınca hem sevindim hem üzüldüm. Sevindim çünkü o şehirde yapacak binlerce şey bulabilirim. Üzüldüm çünkü kısıtlı vaktim vardı. Klasikleşmiş ziyaretlerimin bir kısmından vazgeçemediğimden geriye kalan az zamanda neler yapabileceğimi araştırdım ve sonunda alternatif Londra sokak sanatı turuna katılmaya karar verdim.
Tercihimin çok da rastgele olmadığını size itiraf etmek zorundayım. Uzun süredir “sokak sanatı” konusunda yeterli bilgimin ve ilgimin olmadığını düşünüp duruyordum. Dahası yeni gelen sanat akımlarına kapısını kapatmış, eskiye sıkı sıkıya bağlı o muhafazakar sanatseverlerden biri olmak büyük korkumdur. Sokak sanatına bu şekilde mi yaklaşıyorum şüphelerim o kadar yoğunlaşmıştı ki kendimi konuya eğilmek zorunda hissediyordum.
Normalde konuyla ilgili kitap taramaları yapar, bu kitapları edinir ve gecelerimi okumaya ve değerlendirmeye ayırırdım. Ardından Internet’i köşe bucak kurcalardım. Ama bu seferlik “modern zamanlar”da olmanın avantajından yararlanmak istedim.
Tura katılan tek insan olduğum şüphesiyle Liverpool Street’teki beyaz keçi heykelinin altına gittiğimde çok şaşırdım. Çünkü değişik milletlerden (Fransa, Güney Afrika, ABD ve hatta İngiltere) yaklaşık 30 kişilik bir topluluktuk. İnsanları ne kadar önemsediğimin kanıtı olan muazzam isim hafızamla adının Doug olduğuna neredeyse emin olduğum aşağıda sol resimde gördüğünüz sempatik ve konuşkan rehberimizle turumuza başladık.