Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.
Emperyalizmin yükseliÅŸinin ve sömürgeciliÄŸin ortaya çıkmasının edebiyat arenasında doÄŸurduÄŸu sonuçlardan biri de sömürgeci ulusların bir kısım yazarlarının farklıyı/yeniyi/bilinmeyeni bulmak üzere kendilerini sömürülen “uzak” topraklara atması oldu. Bu yazarların en önemli örneklerinden biri çoÄŸunuzun bildiÄŸi üzere Graham Greene’nin de çok takdir ettiÄŸi Joseph Conrad idi.
“Greene ve egzotik” baÅŸlığının bir yanlış anlaÅŸmaya kurban gitmemesi için baÅŸtan ÅŸu açıklamayı yapmakta da fayda görüyorum: Bugün egzotik kelimesini “çekici” ya da “cezbedici” sıfatlarının karşılığı olarak deÄŸil, TDK’nın da önerdiÄŸi gibi “yabancıl” manasında kullanıyoruz. Greene romanlarında Britanya adasının dışındaki uzak toprakları isim vermeden sık sık kullanmış bir yazar. Hatta onun eserlerinde yarattığı bu dünyaya “Greeneland” deniyormuÅŸ. Bu tercihinde de Sierre Leone’de MI6 için çalıştığı günlerdeki gözlemleri ve tecrübeleri çok etkili olmuÅŸtur kanısındayım.
Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.
D. H. Lawrence’ın Women in Love‘ının kahramanları iki kız kardeÅŸ olan Gudrun ve Ursula’dır. Gudrun ufak heykeller yapan bir sanatçı, Ursula ise bir öğretmendir. Lawrence’ın da büyüdüğü kasaba olan Nottinghamshire’da yaÅŸayan bu iki kız, zengin bir madenci olan Gerald ve Rupert isimli bir ilköğretim müfettiÅŸi ile aÅŸk yaÅŸayarak kitabın ismine ters düşmemeyi baÅŸarırlar. Rupert’in (Züppe hallerine raÄŸmen ÅŸu romanda en sevdiÄŸim karakter olabilmesi baÅŸlı başına tuhaf bir durum. Lodge’ın baÅŸka bir noktada söylediÄŸi “Whatever you think of Lawrence’s men and women, he was always brilliant when describing animals.” cümlesi inanın benim gibi okurlar için daha da anlamlı) iliÅŸkiler, karşı cins ve cinsellik hakkında farklı fikirleri vardır. Ursula ise bildiÄŸiniz kadındır. Gudrun ile Gerald’da ise daha önce Nice Work‘te de gördüğümüz sanayici-sanatçı çekiÅŸmesini görürüz. Öte yandan Gerald ile Rupert arasında hiçbir zaman açıkça dile getirilmeyen eÅŸcinsel bir çekim vardır. “Acaba bu adamlar birlikte olmaya baÅŸlayıp kızları aÅŸklarıyla baÅŸbaÅŸa mı bırakacaklar?” diye sık sık düşünmeme raÄŸmen delikanlılar arasındaki en büyük yakınlaÅŸma bir sahnede güreÅŸmeleri oldu.
Tatlılarla aram şöyle böyledir. Çoğunu yemeyi reddederim. Öte yandan doğal renklere sahip olmayan yiyeceklerin çekiciliğine çocukken dahi kapılmış değildim. İşte bu yüzden birkaç ay evvel şans eseri keşfettiğim menekşeli makaronların bu kadar başımı döndürmesine hala bir anlam veremedim.
MenekÅŸenin yenilebildiÄŸini fark ediÅŸimi Selim Ä°leri’ye borçluyum. OkuduÄŸum bir kitabında menekÅŸeli bonbonların lezzetini anlata anlata bitiremiyordu.Nabokov’un Sebastian Knight’ın Gerçek YaÅŸamı romanında da menekÅŸeli ÅŸekerlemeden bahsedildiÄŸini hatırlıyorum (küçük bir ayrıntıydı ama aklımda kalmış). KeÅŸke Ä°leri’nin övgülerini ya da bazı detaylarda takılmamı daha fazla dikkate alsaymışım.
Bu blog’u takip edip aynı zamanda futbolla yakından ilgilenen insanlara biraz kırgınım. Geçen hafta tamamen profesyonel sebeplerle izlediÄŸim bir dünya kupası maçı olmasa II. Carlos’un bilinmeyen özel hayatı ortaya çıkmayacaktı.
Yeni kankam Carlos Piuuu’dan bahsediyorum. Müsabaka esnasında “Kim bu Carlos?” diye sormamın üzerine “sen adamın isminin Carlos olduÄŸunu nereden biliyorsun?” cevabını alıp afallamam sonucunda tanıştığım futbolcudan. Yoksa… Yoksa olmadı sandığımız ÅŸey olmuÅŸ olabilir mi? 2000’lerde mahzun kralın torunları Ä°spanya sınırları içinde mi dolaşıyor? Bilmiyorum, hiç bilemiyorum. Lakin kafamda kırk tilki dolaÅŸmıyor dersem yalan olur.
Size II. Carlos’tan bahsetmiÅŸ olmama raÄŸmen Piuuu Bey’le olan alakayı fark edip de beni uyarmadığınız için biraz darılmış durumdayım. Ayrıca ismi Dünyevi Zevkler Bahçesi olan bir blog’da bu konuyu irdelemen biraz garip deÄŸil mi diyecek olursanız “ödeÅŸtik” der geçerim. Bunu da bilin.
Şimdi bu blog yazısından kaçmanın zamanı. O zaman son kez zevk aldığımız biçimde hep beraber koşarak uzaklaşalım: Piuuu.