Kitaplar, Proje: David Lodge

2. hafta: Fitzgerald ve listeler

Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.

İtiraf etmeliyim ki Tender is the Night‘ı elime aldığımda romanın listeler gibi bir konuyla nasıl ilişkilendirileceğini kestiremediyordum. Bu belirsizlik tüm okuma sürecime yayıldığı için ara sıra The Art of Fiction‘ı açıp doğru kitabı okuyup okumadığımı kontrol etmek zorunda hissettim. Eser, Fitzgerald’ın yazdığı beş romandan biri ve Modern Library’nin oluşturduğu (İngilizce yazılmış) 20. yüzyılın en iyi 100 romanı listesinde 28 numarada yer alıyor (Yazarın en bilinen ve sevilen eseri olan Great Gatsby‘nin bu listenin iki numarasında yer alması çok da tahmin edilebilir bir durum).

almeida_junior_-_saudade_1899Tender is the Night‘ın David Lodge’ın Listeler isimli makalesine konu olan bölümü ise romanın kahramanı Richard’ın zengin eşi Nicole ve genç Amerikalı film yıldızı Rosemary’nin Paris’teki alışverişlerini anlatan paragraflar. Fitzgerald, Nicole’ün nasıl para harcadığını anlatmak için aldığı ürünleri ve bu ürünlerin çeşitliliğini listelemiş. Hemen ardından ise Nicole’ün alışveriş çılgınlığının bir nevi kurbanı sayılabilecek dünya üzerinde değişik noktalarda çalışan emekçilerden örnekler vererek bu emekçilerin de bir listesini çıkarmış. Lodge kadının aldıkları sıralanırken hiç bir hiyerarşinin olmadığına, herhangi bir kurala uyulmadığına, pahalılar kadar ucuz nesnelere de yer verilerek kadının elitizmine değil yaptığı eyleme dikkat çekildiğine dikkatimizi çekiyor. İkinci listede yer alan işçilerin (diş macunu fabrikasında çalışan erkeklerin, tezgahtar kızların) hiçbirinin direkt olarak Nicole’ün aldıklarıyla alakası olmamasına rağmen dolaylı bir şekilde kadının tüketebilmesi ile ilintililer. Bu açıdan bakıldığında da Fitzgerald’ın başarılı bir şekilde bir değil iki liste yaratarak bunları arka arkaya sıraladığını ve Lodge’ın bu romanı bu yüzden örnek olarak seçtiğini söyleyebiliriz. OKUMAYA DEVAM EDİN

Kitaplar, Proje: David Lodge

1. hafta: Ford ve Austen ile başlangıç

almeidajr

Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.

Ford Madox Ford, dünyaya Ford Hermann Hueffer olarak gözlerini açmış. 45 yaşına geldiğinde büyük babası ön-raffaelocu ressam Ford Madox Brown’u da onurlandırmak adına ismini değiştirmesi benim kendisine yakınlık duymamı sağlamadı dersem yalan olur. Brown‘u tanıyor olmama rağmen bugüne kadar torununun ismini hiç duymamıştım. Böylece Lodge’ın bana kazandırdığı ilk şey Ford oldu.

Ford, The Good Soldier‘ı Birinci Dünya Savaşı başladığı dönemde tamamlamış ve yazarın aklındaki son şey eserini İyi Asker olarak adlandırmakmış. Kitabın yayıncısı Saddest Story isimli bir romanın büyük buhran yaşanan o günlerde iyi satış yapmayacağından fazlasıyla endişeli olduğundan yazar üstünde baskı kurmuş. Yayıncının çektiği son telgrafta yazanlara bir hayli sinirlenen Ford, cevap olarak “oldu olacak romanın ismini İyi Asker koyalım.” gibi ironi dolu bir cevap yazınca yayıncı bu mesajdaki ironiyi umursamamış ve kitabı bu isimle basmış. Yazar, savaş sonrasında romanın ismini değiştirmeye uğraşsa da artık bunun için çok geçmiş. Bu açıklamadan sonra ne kadar şaşırırsınız bilmiyorum ama bir noktayı açıklamama izin verin lütfen: Roman savaş ya da askerlerle ilgili değil. OKUMAYA DEVAM EDİN

Kitaplar, Proje: David Lodge

David Lodge ile bir sene

magritte_reading_woman

Her insan geriye baktığında hangi duygular ile başladığını sonradan kestiremediği bazı işlerle karşılaşabilir. Bir de bakarsınız neden çıktığınızı bilmediğiniz yollar, neden güvendiğinizi anlayamadığınız insanlar, neden güldüğünüze anlam veremediğiniz espriler, neden zevk aldığınızı bilmediğiniz gündelik alışkanlıklar yaşamınızda hatırı sayılır bir yer almış.

Birkaç haftadır, biraz sonra size açıklayacağım yeni projemle ilgili olarak kendimle bir savaş halindeyim fakat sonunda bu işi yapmak için duyduğum çocukça heyecan ve karşı konulmaz heves ağır bastı. David Lodge sadece romanlarını sevdiğim bir yazar değil, aynı zamanda düşüncelerine değer verdiğim bir edebiyat eleştirmeni ve profesörü. The Art of Fiction ise onun bu konulardaki fikirlerini açıkladığı makalelerden oluşan kitaplarından sadece biri. Lodge, bu kitabın her bölümünde bir (ya da iki) eserden örnek vererek kurgu romanın bir özelliğini inceliyor. The Art of Fiction’ı okumanın herhangi bir zorluğu olmadığına herhalde kimse itiraz etmez. Benim hedefim ise şu: Her hafta önce yazarın örnek olarak gösterdiği romanı ardından ise makaleyi okuyup (eğer vaktim kalırsa) bunu sizlerle paylaşmak. Böylece önümde toplam 50 bölümden oluşan kitabı bitirebilmek için 50 hafta oluyor. Bahsettiği kitapların bir kısmını okumuş olmama rağmen hepsini tekrar okumanın benim için bir sakıncası olmadığına karar verdim. Ancak Lodge’ın seçtiği kitaplardan bazıları benim vakit darlığımdan ötürü bir haftada bitiremeyeceğim kalınlıkta. Böyle durumlarda o haftayı daha önce okuduğum bir kitabın makalesi ile tamamlamayı düşündüm. OKUMAYA DEVAM EDİN

Fotoğraf çektim, Sanat üstüne, Seyahat

Bir daha gideceğime yemin ederim

Geçen ay içerisinde yurtdışına çıkmam gerekince gitmem gereken günlerin öncesine ve sonrasına bir tatil paketi yerleştirip nicedir yapmak istediğim aktiviteleri ve görmek istediğim yerleri aradan çıkarttım. Yıllanmış bazı dilekleri yerine getirince seyahat düşündüğümden çok daha keyifli geçti.

Son ana kadar yapabileceğime bir türlü emin olamadığım şey ise bir hollandalıdan “modern sanatın başlangıç günleriyle ilgili birinin mutlaka görmesi gerek” yorumunu duyduğumuz Kröller- Müller Müzesi‘ni ziyaret etmekti. Planlarım doğrultusunda son güne bırakmaya mecbur kaldığım bu ziyaret hem diğer istediklerimi yetiştiremezsem riskine hem de gitmeden önce Internet’ten çıkardığım ve gözüme çok sürreal görünen yol planına kurban gidebilirdi. Ama ne mutlu ki gitmedi ve Kröller Müller, ayrıldığım anda geri dönmek istediğim nadir yerlerden biri oldu. OKUMAYA DEVAM EDİN

Garip adamlar, Kitaplar

Ara sıra Brautigan’ı düşünmek

championfisher

24 Aralık 2006

1993 bilemedin 1994 senesinde benim de yaşadığım kasabadaki bazı insanlar ufak bir değişim fark ettiler.

Artık gerçek bir kitabevi müşterisi olabilmenin bedeli ufak bir yokuşu tırmanmak idi sadece. Raflarında -sadece- kitapların bulunduğu ve o kitapların nefes alabildiği bir yerdi burası. Hafif bunalımlı, biraz tribal fakat iyi niyetli olduğu her halinden belli sahibesi, o zamana kadar gidilen ve ilk göz ağrısı olan, aslına bakacak olursanız her zaman da öyle kalacak kitapçı beyefendi kadar güleryüzlü olmasa da, bu kitabevinin o kasabaya, hadi fazla büyütmeyelim, bazı kasabalılara kazandırdığı vizyon ve genişleme duygusunu yadsımamakta fayda var. Bu kitabevi o zamanlar ilk gençliklerini yaşamakta olan insanların yeni yazar ve kitapları keşfetmeleri için eşsiz bir mekandı. İstedikleri bir kitabı okuyabilmek için güleryüzlü beyefendinin oğlunun baba mesleğini geliştirmek için uğraştığı Beyoğlu’ndaki dükkanından ısmarlanan kitaplarını 3 hafta süreyle beklemek zorunda kalmamaları bu gençler için büyük bir yenilikti, mesela (Meselaya ama = Yine de ufak bir itiraf yapmak gerekirse aynı gençler yıllar sonra Beyoğlu’nda artık bir marka olmuş ve hatta bir kısım gazete tarafından Türkiye’nin en iyi kitabevi seçilmeyi başarmış oğul’un kitabevine her girdiğinde hayatlarında çok fazla hissetmedikleri buruklukla karışık o memnuniyeti duyumsarlar). Her şeye rağmen kasabada kitapsal anlamda devrim yapmış olan ufak ve de yeni mekana dönmekte fayda var. Çünkü anlatacaklarımın gerisi tamamen bu ufacık yer sayesinde oldu. Bu yeni mekana gidip gelmeye başlayan gençler gel zaman git zaman içerisinde tezgahların yan tarafında bulunan masada devasa boyutlarda bir dergi ile karşılaşırlar. Kimse onu anlamadığı için bu dükkanı açmış olan ve de saçlarının kıvırcık olmasından gayrı fiziki hiçbir detayı hatırlanamayan sahibe tam da o günlerde müşterilerinin de onu anlamadığına inanıp fena halde içerlemektedir. Sahibenin bu değişken ruh durumlarını fazla sallamayan gençler ise dergiye dikkat kesilmişlerdir, hele bir de dergiyi meşhur bir yayınevinin kitaplarını tanıtmak amacı ile bedava olarak dağıttığını öğrendiklerinde keyifleri iyice yerine gelir. Her biri birer dergi alıp çıkarken içlerinden bir tanesi derginin kapağının güzelliğinden etkilenip iki tane alarak ortamı terk eder. Dergilerden birisini okumak ve saklamak için diğerini ise odasına asacağı poster imalatında kullanmak için almıştır. Dergiyi okuyup fena halde beğenen bu gencimiz o dergi sayesinde çok sonraları “çok severim” diyeceği yazarlarla tanışır. Derginin eline aldığı kısıtlı miktardaki sayısından çok etkilenir. Bu güzel günler çabuk geçer, önce derginin boyutları küçülür, sonra parayla satılmaya başlar tam buna da şükür diyecekken tribal bünyeli sahibe aylık depresyonlarından birinden kurtulamaz ve dükkanının kapısına kilit vurur. OKUMAYA DEVAM EDİN