Sanat üstüne

Olaylar çok karışık

AÅŸağıda resimlerini göreceÄŸiniz Jeanne Lemer/Lemaire olarak da tanınan kadının bilinen ismi Jeanne Duval. On dokuzuncu yüzyıl Paris’inin önemli figürlerinden biri. Kendisi Haitili bir dansçı ve aktris. Duval’in ünlü olmasının en önemli sebebi ise Charles Baudelaire’in ilham perisi ve metresi olması. Yazılanlara göre çiftin iliÅŸkisi yirmi seneden uzun sürmüş. Baudelaire, Duval’e “Vénus Noire” (Siyah Venüs) ve “gözde metresim” diye sesleniyormuÅŸ.

jeanne duval by baudelaire

Duval ile ilgili çok fazla bilgi yok. Olanlar ise çoÄŸunlukla Fransızca. Ä°ÅŸte bu yüzden size Google Translate’in Fransızca-Ä°ngilizce çevirisinden sıkılmadığım süre boyunca okuduklarımı anlatacağım (yani kısa bir yazı olacak). Yukarıdaki iki karakalem çalışma da Baudelaire’e ait. Åžairin metresine Siyah Venüs diye isim takmasından, çizdiÄŸi resimlerinden ve Nadar‘ın Duval’in oynadığı bir vodvilden sonra aldığı notlardan anladığım kadarıyla kendisi bildiÄŸimiz siyahi bir insanmış. Nadar notlarında ayrıca dansçının büyük göğüslerinden de uzun uzun bahsetmiÅŸ. Duval’in göğüs boyutlarının bu yazının konusuyla bir ilgisi olmadığından biz bu ayrıntıyı es geçebiliriz.

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Güzel şeyler

Güzel ÅŸeyler no.5: Samuel Beckett’in bizzat kendisi

Anketlerden çok korkarım. Birisi bana en sevdiğim romanı, yazarı, ressamı, müzisyeni sorarsa diye ödüm kopar. Bu tip soruların beni bu kadar dehşete düşürmesinin sebebini önceleri anlayamıyordum. Ama zamanla fark ettim ki değişik dönemlerde birbirinden çok farklı konulara takıntılı bir şekilde yaklaştım ve bu takıntılarımdan herhangi birinin bir müsabakada (anket) galip gelmesini istemiyorum.

Pek çok güzeli çok sevmeme rağmen her zaman bir rüya takımım da oldu. Samuel Beckett de bu takımın en önemli üyelerinden biri. Rüya takımımdaki insanlara karşı o kadar farklı şeyler hissediyorum ki örneğin onlardan alıntı yapamıyorum (çünkü eserlerinin bütün olarak muhteşem olduğuna inanıyorum ve parçalanmalarını istemiyorum) ya da isimlerinin sonuna -ciğim ekleyerek konuşamıyorum (çünkü ne haddime?) ya da onlara olan sevgi ve saygımı fazla dillendirmiyorum (çünkü onları var eden benim sevgim değil).

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Sanat üstüne

Deliler

Ä°nsanın Louvre Müzesi’nde yaÅŸayabileceÄŸi en önemli tecrübelerden birinin Fransız ressam Théodore Géricault’nun Medusa’nın Salı tablosunu görmesi olacağına inanıyorum. Bu dev tabloyla ilgili ufak anımı sizlerle daha önce paylaÅŸmıştım.

2014’ün benim açımdan en ÅŸanslı zamanlarından biri ise baÅŸka yerlerde dolaşırken fırsat yaratıp Ghent’teki “Géricault: Merhamet Parçacıkları” sergisini ziyaret edebilmem oldu. Sergi Géricault’nun neden korku, acı, delilik ve ölümün ressamı olarak anıldığını bizlere göstermek için hazırlanmış gibiydi ve sergilenen resimler, çizimler, dokümanlar kesinlikle bu amaca hizmet ediyordu.

Bugün sizlere anlatmak için seçtiÄŸim konu Medusa’nın Salı deÄŸil. Daha önce de söylediÄŸim gibi Julian Barnes, 10.5 Bölümde Dünya Tarihi isimli kitabında tabloyu öyle güzel anlatır ki benim bir daha böyle bir iÅŸe giriÅŸmem için hiçbir sebep olamaz. Ama Géricault’nun Medusa’nın Salı kadar etkileyici Deliler serisi hep gözden kaçar. Bu yazıda bu konuya eÄŸilerek kendi adıma Deliler‘e haklarını teslim etmek istiyorum.

Medusa'nın Salı

Géricault, Medusa’nın Salı’nı 1819 yılında tamamladı ve tablo o yılın Paris Salonu’nda sergilendi. Fransız halkının çok beÄŸendiÄŸi tablo, ressamın ününün Ä°ngiltere’ye kadar yayılmasına sebep oldu. 1820’de Londra’ya davet edildi ve Medusa’nın Salı bu ÅŸehirde de sergilendi. Ressam Paris’e 1821 yılında döndü. Aynı yıl stajyer doktor Étienne-Jean Georget Paris’teki bir akıl hastanesinde farklı sebepler yüzünden yatan on hastanın portrelerini yapması için Géricault’ya sipariÅŸ verdi.

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Garip adamlar

Gülümseyin

charles thurston thompson and his wife

1856 yılında Londra’daki South Kensington Müzesi ya da ÅŸimdilerde bildiÄŸimiz adıyla Victoria & Albert Müzesi yöneticisi Henry Cole, yukarıda eÅŸiyle birlikte görebileceÄŸiniz Charles Thurston-Thompson’ı müzenin resmi fotoÄŸrafçısı olarak iÅŸe aldı. Tarihteki ilk müze fotoÄŸrafçısı ünvanını kazanan Thompson’ın görevi müzenin koleksiyonunu kayıt altına almaktı.

Thompson işine başarıyla devam ederken umulmadık bir engelle karşılaştı: Aynalar. Fotoğrafçının tek arzusu müzenin koleksiyonunu en iyi şekilde belgelemekti. İşte bu yüzden tarihi aynalarla karşılaştığında ne yapacağını şaşırdı. Çünkü birbirinden güzel bu aynaları kendisini ve makinesini göstermeden nasıl çekeceğini bir türlü bulamıyordu.

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Sanat üstüne

Lump: Bir azim ve başarı öyküsü

picasso - lump

1957 yılının bir bahar sabahı gazete muhabiri David Douglas Duncan, Roma’daki evinden, yakın arkadaşı Pablo Picasso’yu, ressamın Cannes yakınlarındaki evinde ziyaret etmek üzere yola çıktı. Duncan’a bu seyahatinde dachshund (sosis) cinsi köpeÄŸi Lump eÅŸlik ediyordu.

Yazımız bu tatlı ve küçük köpeÄŸin baÅŸarı hikâyesi olduÄŸundan Lump konusunu biraz açmamızda fayda var. Bu yolculuÄŸa çıkmadan evvel Lump, duygusal olarak karışık günler yaşıyordu. Her ne kadar sahibi Duncan’ı sevse de muhabirin iÅŸi yüzünden sürekli baÅŸka ülkelerde dolaşıyor olması hayvanı üzüyordu. Sahibine duyduÄŸu özlemin dışında Lump’ın çok büyük bir problemi daha vardı: Duncan’ın aşırı kıskanç ve devasa afgan tazısı diÄŸer köpeÄŸi. Bu köpeÄŸin yarattığı tehlike Lump’ın Roma’daki yaÅŸamını güçleÅŸtiriyordu.

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N