1945 yılında Ä°kinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Jean-Paul Sartre hem duyduÄŸu merak hem de tüm Fransızlar’ın hissettiÄŸi minnet duygusuyla Amerika BirleÅŸik Devletleri’ni ziyaret etti. Kazın ayağının farklı olduÄŸunu anlaması uzun sürmedi ve 1946 yılında, orada gördüğü sınıf ayrımı ve ırkçılıktan, Richard Wright‘tan ve Scottsboro davası‘ndan ilham alarak Saygılı Yosma‘yı yazdı. 2005 yılında ben Bahar Malik, bizzat kendim oyunu izledim. Özellikle metne hayran kaldım ve André Gide’den elli sene kadar sonra aynı ÅŸeyi düşündüm: Bu oyun Sartre’ın baÅŸyapıtlarından biriydi.
Saygılı Yosma’da, ABD’nin güney eyaletlerinden birine taşınmakta olan hayat kadını Lizzy’nin öyküsü anlatılır. Trende kendisini taciz eden dört zengin beyaz adam bu tacizin ardından iki siyahi ile kavga edip birini öldürür. Cinayeti iÅŸleyen beyaz, ünlü bir senatörün yeÄŸeni ve nüfuzlu bir ailenin oÄŸludur. Olayın tek ÅŸahidi Lizzy’dir ve vereceÄŸi ifadeye göre ya gerçek katil ya da zenci tutuklanacaktır.
Oyunun metni kadar kurgusunun da kusursuz olduÄŸuna inanıyorum. Oyun sonunda Lizzy, çok da ÅŸaşırmayacağımız üzere beyazların baskısına karşı koyamaz ve zengin adamı kurtarır. Siz bu gerçekçi sonu okumanızın ya da izlemenizin ardından kiÅŸiliÄŸinize göre ya dağılırsınız ya da gidip Sartre’ın elini sıkmak ve “tebrik ederim” demek istersiniz.
Saygılı Yosma, kiÅŸisel gündemime 2009 ortalarına doÄŸru tekrar girdi. Biraz daha araÅŸtırma yaptığımda beni çok ÅŸaşırtan bir gerçekle karşılaÅŸtım. Oyun, Paris, New York, Chicago gibi yerlerde bu sonla sergilenmiÅŸ. Oysa Moskova’da deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ ve Lizzy “Kimse emekçi zenci kardeÅŸimle arama giremez. Sen katil beyaz öleceksin!” diyerek yalan ifade vermeyi reddeden kahraman bir Sovyet askeri olmuÅŸ. Çünkü Sovyetler BirliÄŸi’nde diÄŸer son umutsuz ve ideolojilerine ters bulunmuÅŸ. Tam ben “Sartre buna ne tepki göstermiÅŸ?” diye düşünürken bir gerçekle daha karşı karşıya geldim. Oyunun Fransa’da çekilen sinema filmi versiyonunda da Lizzy doÄŸruyu söyleyerek zengin beyaz adamın yargılanmasına sebep olmuÅŸ. Dahası filmin sonunda Lizzy ve siyahi adamın elleri yavaÅŸ yavaÅŸ birleÅŸirken “Fin” yazısı ekranda görünmüş. Oh tanrım! Ne son ama.
Sartre’ın tüm bunlara tepkisi son derece olumluymuÅŸ: “Oyunu binlerce genç, çalışan insan izledi ve her biri büyük bir umutsuzlukla salonu terk etti. Oyunun sonunda onlara ellerinde en azından bir ÅŸeyin olduÄŸunu göstermek istedim: Umudun” demiÅŸ. Cümleyle ilgili yorum yapmadan diÄŸer paragrafa atlıyorum.
Sartre’ın edebi kaygıları olduÄŸu kadar toplumu desteklemek gibi kaygılarının olduÄŸunu da bilmeme raÄŸmen tüm bu süreci bir türlü kabullenemedim. Daha anlayışlı yaklaÅŸabilmek adına biraz daha araÅŸtırma bile yaptım. Hatta “The Play out of context: transferring plays from culture to culture” isimli ilgilenenlere tavsiye etmekten çekinmeyeceÄŸim bir kitap dahi okudum. Bu kitapta ülkeden ülkeye, kültürden kültüre ya da bir dilden diÄŸerine deÄŸiÅŸen oyunlarla ilgili kapsamlı bilgi bulabilirsiniz. Fakat tüm bu giriÅŸimlerim, Sartre’ın muhteÅŸem oyununun sonuna kıymasını affetmemi saÄŸlayamadı. Sanat kaygısıyla yapılan her türlü deÄŸiÅŸikliÄŸi destekleyebilirim. ÖrneÄŸin, Fowles’un The Magus macerasının arkasındayım. Ama Saygılı Yosma kıyımını onaylayabilmem çok zor.
Bu olayı duyduÄŸumdan beri aklıma hep şöyle bir sahne geliyor: Beckett’in yanına iki kiÅŸi yaklaşıyor ve “Beckett, bu Godot’yu Beklerken iyi oyun, hoÅŸ oyun ama Godot’nun bir türlü gelmemesi ellerinde hiçbir ÅŸey olmayan genç ve çalışan kesim üzerinde büyük bir düş kırıklığı yaratıyor. Onlara umutlarını geri vermek adına Godot hiç olmazsa final sahnesinde şöyle bir görünse. Ne dersin?” diyorlar. Yazarın göstereceÄŸi tepkinin ne olacağını düşünmeyi size bırakıyorum.
Sadece ÅŸunu hatırlatmak isterim: Beckett, kendisine çok karamsar yazıyorsun diyenlere cevap olarak “Mutlu Günler“i yazmış olan büyük bir yazardır ve bu anlattığım olay beni her zaman güldürmeyi baÅŸaran bir gerçektir.
* Poster görüntüsünü buradan tanıtım amaçlı aldım. Telif hakkı hazırlayana aittir.
2 Yorum
Bay Cyril Cusack’in eÅŸi Maureen deki medeni cesarete hayran kalmamak elde deÄŸil. O da oyuncu muydu acaba. KeÅŸke Winnie yi de ona oynatsalardı : )
Bana hafiften Gainsbourg’un “Les Sucettes” ÅŸarkısının ardındaki çaÄŸrışımları farketmeyen farkedince de üzülen saftirik France Gall u anımsattı : )
Temiz, saf bir insanmış yorumu yapabiliriz. Bazı arkadaÅŸlarımızın “süt” diyebileceÄŸi cinsten.