En sevdiÄŸiniz rengin, hayatınızı deÄŸiÅŸtiren yönetmenlerin, hayvan eÅŸleniÄŸinizin ya da sevgilinizin hayvan eÅŸleniÄŸinin merak edildiÄŸi günümüz anketleri beni çok korkutur. Bu tarz sorularla karşılaÅŸtığımda arkamı dönüp gitmek isterim. Oysa geçen gün yatağımdayken “keÅŸke birisi en büyülü müze anımı öğrenmek istese” diye düşündüm. Bir süredir bekliyorum ama maalesef kimse sormuyor. Ä°ÅŸte bu yüzden bu blog’da kendime bu soruyu yöneltmeye karar verdim: “Evet sayın B.M. Acabo, lütfen (lütfen!) bize en büyülü müze anınızı anlatır mısınız?”
TeÅŸekkürler! Elbette anlatırım. Birkaç sene evvel bir arkadaşımla Paris’e gittik. Arkadaşımın ÅŸehre ilk gidiÅŸi olduÄŸundan klasik bir turist turu planlamıştı. Ben ise daha çok aylaklık yapma peÅŸindeydim. Giderken yanımda Julian Barnes’ın Medusa’nın Salı ile ilgili güzel makalesini de götürmüştüm. Niyetim, Louvre’a uÄŸrayıp tablonun karşısında makaleyi okumaktı. Arkadaşımın Louvre Müzesi’nde geçirdiÄŸi günün akÅŸamının bu planım için ideal zaman olduÄŸuna karar verdim. Onunla müze kapanış saatinde tablonun önünde buluÅŸmak için sözleÅŸtik. Ben on dokuz otuz sularında mekana girdim. Ãœst kata çıkıp tablonun ressamı Gericault’nun Medusa’nın Salı‘ndan önce benzer temayı iÅŸlediÄŸi tabloları inceledim. Makalede bahsedildiklerini bildiÄŸimden fotoÄŸraflarını çektim. Ardından aÅŸağı inip dev tablonun karşısındaki banka yerleÅŸtim ve küçük kağıtlara bastığım yazıyı okumaya baÅŸladım.