Birkaç ay evvel Londra’ya gitmem gerekince birden neşeyle doldum. Neşeyle doldum çünkü 1. Londra’yı çok severim. 2. Uzun süredir gidemediğim için bu şehri çok özlemiştim. Orada geçireceğim boş saatler x 50 saatlik bir plan yapıp kendimden emin bir şekilde yola çıktım.
Kimileri bu kendimden emin tavrıma bir anlam veremedi. Çünkü 1. Yapmayı planladığım her şeyi yapamayacağımı ve hatta bu kadar çok plan yaptığım için her şeyi birbirine karıştırıp hiçbir şey yapamayacağımı düşünüyorlardı. 2. Sürekli kaybolan bir insan olarak Londra’da nasıl, ne şekilde ve hangi şartlar altında kaybolacağımı düşünmek bile istemiyorlardı.
Nitekim uçaktan indikten sonra yanlış trene binip Londra yakınlarında bir köyde trenden indiğimde beklentileri boşa çıkartmamanın haklı gururu içindeydim. Gene de şunu söylemeliyim ki bu hamlem beni bir daha kaybolmamak konusunda çok hırslandırdı. Dikkatli oldum, harita kullandım, hatta hem kağıttaki hem cep telefonundaki hem de canım otelimin hediye ettiği mobil aletteki haritaları kullandım, “kesin Monument’ten geçiyordur bu otobüs” diyerek bilmediğim otobüslere atlamadım (yani bunu maksimum üç ya da dört bilemediniz beş kez yaptım), google’da akıllı aramalar yaptım (“what is the easiest way to go to Greenwich from here?”) ve bu sayede harikulade anılarla Londra’dan ayrıldım.