İnsanın Louvre Müzesi’nde yaşayabileceği en önemli tecrübelerden birinin Fransız ressam Théodore Géricault’nun Medusa’nın Salı tablosunu görmesi olacağına inanıyorum. Bu dev tabloyla ilgili ufak anımı sizlerle daha önce paylaşmıştım.
2014’ün benim açımdan en şanslı zamanlarından biri ise başka yerlerde dolaşırken fırsat yaratıp Ghent’teki “Géricault: Merhamet Parçacıkları” sergisini ziyaret edebilmem oldu. Sergi Géricault’nun neden korku, acı, delilik ve ölümün ressamı olarak anıldığını bizlere göstermek için hazırlanmış gibiydi ve sergilenen resimler, çizimler, dokümanlar kesinlikle bu amaca hizmet ediyordu.
Bugün sizlere anlatmak için seçtiğim konu Medusa’nın Salı değil. Daha önce de söylediğim gibi Julian Barnes, 10.5 Bölümde Dünya Tarihi isimli kitabında tabloyu öyle güzel anlatır ki benim bir daha böyle bir işe girişmem için hiçbir sebep olamaz. Ama Géricault’nun Medusa’nın Salı kadar etkileyici Deliler serisi hep gözden kaçar. Bu yazıda bu konuya eğilerek kendi adıma Deliler‘e haklarını teslim etmek istiyorum.
Géricault, Medusa’nın Salı’nı 1819 yılında tamamladı ve tablo o yılın Paris Salonu’nda sergilendi. Fransız halkının çok beğendiği tablo, ressamın ününün İngiltere’ye kadar yayılmasına sebep oldu. 1820’de Londra’ya davet edildi ve Medusa’nın Salı bu şehirde de sergilendi. Ressam Paris’e 1821 yılında döndü. Aynı yıl stajyer doktor Étienne-Jean Georget Paris’teki bir akıl hastanesinde farklı sebepler yüzünden yatan on hastanın portrelerini yapması için Géricault’ya sipariş verdi.