Kitaplar

bir de

Fransız TeÄŸmenin Kadını’nı ilk okuduÄŸumda eserin filme uyarlandığını bilmiyordum. Daha sonraki yıllarda bu bilgiyi her nasılsa duyduÄŸumda/öğrendiÄŸimde ilk ve tek merak ettiÄŸim Fowles’un filmde kendisini oynayıp oynamadığı oldu. Romanı okumuÅŸ olanlarınız biliyordur: Kitabın sonlarına doÄŸru Charles trene biner ve bir süre Fowles ile birlikte seyahat ederler. O bölümü özellikle de Fowles’un Charles’a bakarak kendi kendine “What the devil am I going to do with you?” demesini severim.

Senelerdir filmde Charles ve Fowles’un karşı karşıya oturup oturmadıkları ve Fowles’un anlamlı gözlerle adama bakıp bakmadığı nadir de olsa içimde bir ÅŸeyleri kemirse de bu konudaki gerçeÄŸi hiç öğrenmedim ve dahası öğrenmeye teÅŸebbüs etmedim. Bu sabah ölümle ilgili (her nedense) ufak bir düşünceye dalmışken aklıma şöyle bir sahne düştü: Yıllar geçmiÅŸ, iyice yaÅŸlanmışım. Yatağımda son nefesimi vermek üzere uzanmış bekliyorum. Ä°lla ki beni seven biri elimi tutuyor. Elimi tutan ÅŸahsa yavaÅŸ hareketlerle biraz daha yaklaÅŸmasını iÅŸaret ediyorum ve yüzlerimiz arasında çok küçük bir mesafe kalmışken kısık sesle “John Fowles o filmde sahiden oynadı mı patron?” diye soruyorum ve bu büyük gizemin cevabını öğrenemeden yaÅŸama veda ediyorum.

[John Fowles’un fotoÄŸrafı bilgilendirme amacıyla kullanılmıştır. Telif hakkı fotoÄŸrafı çekene aittir.]
Previous Post Next Post

Bir de bu yazilar var

8 Yorum

  • Reply Emre Sururi 09/11/2013 at 17:26

    “Fransız TeÄŸmenin Kadını”nı kısa bir süredir okumaktayım ve korkarım kısa bir süre sonra da bitecek. Adından olsa gerek (artık nasıl oluyorsa) konusunu hep ağır, kasvetli bir ÅŸey sandım (ÅŸimdi burada okumadığım Jude the Obscure’u emsal gösterebilirdim ama yapmayacağım – en azından okuyuncaya deÄŸin, ki okuyacağımı da sanmıyorum ama yine de hiçbir ÅŸey hayat kadar ÅŸaşırtıcı olamaz / yazı hariç, entel sayıklamalarım ve ben, neyse nokta).

    Sonra, senin tam olmasa da epey aksine, benim kitaba ilgim önce filmi vesilesiyle peyda oldu: gidiÅŸimizden az önce kutulara kaldırıp, dönüşümüzden epeyce sonra yeterince kitaplık alıp monte ettikten sonra tekrar gün yüzüne çıkardığımız kitaplardan biri olan “Postmodernizm ve Sinema”daki (derleyen ve çevirenler: Sabri Büyükdüvenci, Semire Ruken Öztürk; Ark Yayınları, 1. Baskı 1997) yer alan son makale olan, Joseph Martin imzalı “Karel Reisz’ın Fransız TeÄŸmenin Kadını Filmindeki Postmodernist Oyun” baÅŸlıklı makale nice zamandır kafayı taktığım insanın sevdiÄŸi kiÅŸinin kim olduÄŸunu bırak, kendi kimdir ekseninde izlerken, ki kitabı filme Harold Pinter’ın uyarlamış olması da belki ölüm döşeÄŸinde sorunun cevabını biliyor olmana yol açacaktır (aslında makaleyi okursan da cevabını bulacaksın, okuma o yüzden), ÅŸu cümleler bana “tamamdır, getirin okuyacağım” dedirtti:

    —————————–
    Romanın yayımlanmasından bir on yıl sonra onun perdeye uyarlanması için boÅŸ yere çaba harcayanların önünde en büyük engeli oluÅŸturan kuÅŸkusuz Fransız TeÄŸmeninin Kadını’nın anlatıcısıydı; Fowles’a göre Pinter ve Reisz için de büyük bir engel oluÅŸturan bu durum, sonunda çözüme kavuÅŸtu. Ayaklı kütüphane Garrulous, gerçekte romanın ana kahramanıdır. Serüvenci okur için, romanın çekiciliÄŸini ve verdiÄŸi zevki Garrulous karşılar. Oysa diÄŸer okurlara göre o, romancının sanatsal hilelerini ve okurun bu aldanmadan kaynaklı incinebilirliÄŸini açığa çıkarmak için sık sık öyküyü kesen itici bir kiÅŸidir.
    —————————–

    Anlayacağın ben serüvenci okurmuşum. Neyse, geç oldu şimdi, yarın devam ederim yine (ederim herhalde, yarın olmasa da öbürsü günler var ne de olsa!)

    8)

  • Reply Bahar Malik 10/11/2013 at 02:49

    BambaÅŸka bir yerden lafa giriyor gibi olacağım (olsun, olayım): Tıvaytır’da bir ÅŸeyler takip etmeye baÅŸladığımdan beri ressamların, heykeltraÅŸların, yazarların ve diÄŸer önemli insanların doÄŸum/ölüm günleri hakkında bilgilendirildiÄŸimi fark ettim. Neredeyse her gün birilerinin doÄŸum gününü kutluyor ya da ölümlerine üzülüyoruz. Daha birkaç gün önce de Waterstones ve türevleri John Fowles’u andılar. Ben de “vay canına gideli sekiz sene olmuÅŸ.” diye düşündüm. Bundan sonrası aramızda kalsın: Bir arkadaşımla öldüğü gün uzun uzun hakkında konuÅŸmuÅŸtuk. O arkadaşımla o günden beri konuÅŸmuyor olabilirim, o yüzden “vay canına sekiz senedir konuÅŸmamışız. Artık bir arasam iyi olacak” diye de düşündüm (ama aramadım).

    Benim de olmadığı bir şeyler sandığım için okumadığım çok kitap var. Seni çok iyi anlıyorum bu konuda.

    Alıntına göre ben de serüvenci okurmuÅŸum. Yazdıklarını okudukça “izlesem mi?” ikilemim depreÅŸmeye baÅŸladı. Sen eÄŸer devamı gelecekse yorumuna devam et, ben ona göre bir karar vereyim diyorum :)

  • Reply Emre Sururi 10/11/2013 at 05:12

    Geçen bölümün özeti: kendi bloguna yazamayacak kadar tembel bir varlık olan EST(35+) çareyi baÅŸka bloglara yorumlar yazmakta bulur… Elbet bir gün o da imrendiÄŸi bu bloglardaki gibi bir giriÅŸ yazacaktır.

    Ä°ÅŸin kötüsü ne yazacağımı, asıl konuyu, punch line’ı filan hatırlayamadım, neyse, mırıldanmaya baÅŸlayayım belki yazdıkça açılırım…

    BahsettiÄŸi tren sahnesinin bir benzeri devasa, “hulomnious” (böyle bir sıfat olduÄŸunu sanmıyorum, bizzat kendim uydurmaya çalıştım, inÅŸallah yoktur gerçekten de, bilinçaltımın son dakika bir iÅŸgüzarlığı deÄŸildir, vs..) 13. bölüm beni benden aldı — yani tabii o zamana kadar aralarda anlatıcı çıkıp çıkıp “ce-eee!” yapıyordu ama bunun böylesi aymazca, arsızca yapılıyor oluÅŸu (“we’re living in the times of Barthes and Robes-Grillet” mealinde bir ÅŸeyler dediÄŸi de burasıydı sanırsam) bu tuscaloosa kalpçiÄŸimi yaktı… gerçi -elbet- bir gün kendi bloguma yazacağım bir giriÅŸte uzun uzun alıntılayacağım ama yine de kendimi tutamayıp:

    “(…)perhaps Charles is myself disguised. Perhaps it is only a game. Modern women like Sarah exist, and I have never understood them.(…) When Charles left Sarah on her cliff edge, I ordered him to walk stra,ght back to Lyme Regis. But he did not; he gratuitously turned and went down to the Dairy.”

    Filmde büyük, çok büyük bir ihtimalle o tren sahnesi yok (burada söyleyip de spoil etmek istemediÄŸim bir baÅŸka “yenilikten” ötürü — Looking For Richard’ı seyretmiÅŸ miydin bu arada, güzel bir çalışmadır). Ama filmden şöyle bir sahne sanırım görme isteÄŸini epey ateÅŸleyecektir (bakalım yorumlara resim alabiliyor muyuz):

    (resim çıkmazsa bu da linki: http://netflowers.files.wordpress.com/2012/05/meryl-streep-the-french-lieutenants-woman-1981_gallery_primary-300×206.jpg?w=248&h=206&crop=1 )

    Bu beni hep ÅŸaşırtan bir ÅŸey – yani ünlü/popüler olan birinin niyeyse baÅŸarısız olması gerektiÄŸini düşünegelirim. Klasik müzikte mesela bu tam tersi, ama oyunculukta da -kimi zaman- öyle oluyor: Meryl Streep’in büyük oyuncu olması, sahiden de büyük oyuncu olduÄŸundan olsa gerek ve bu garip geliyor (tabii bunda oynadığı nice nice dandik rollerin de etkisi vardır sanırım, ama Robert de Niro da, Al Pacino da, hangimiz bu günahı iÅŸlemedik ki ÅŸu ya da bu film(ler)de…).

    BaÅŸka? Aklımda bunlar var ÅŸimdilik, ÅŸimdi arkadaÅŸ (Barış) aradı, pikniÄŸe çıkıyoruz. Kitap çok büyük bir falso olmazsa hayatımın kitaplarından olacak, ben EST, 35+ yaşındayım, Ankara’dan yazıyorum.

  • Reply Bahar Malik 10/11/2013 at 14:34

    Merhaba EST, 35+, Ankara.

    1. Looking for Richard’ı izlemedim. Merak ettim, izleyeyim (ÅŸu anda davnlingen). Biraz baktım, bu filme benzeyen izlediÄŸim en yakın ÅŸey A Cock and Bull Story idi. Ama çok da yakın deÄŸiller galiba.

    2. Fransız TeÄŸmenin Kadını’nı böyle giderse izlemem gerekecek, bu durumda bana ölmeden hemen önce kafaya takacak baÅŸka bir konu borçlu olacaksın. Åžimdiden düşünmeye baÅŸlasan iyi olur diye baÅŸtan uyarıyorum.

    3. Michael Cunnigham’ın The Hours’unda Clarissa (Mrs. Dalloway) yürüyüşe çıktığında bir film setine denk gelir ve tam o sırada karavanın kapısı açılır, dışarı Meryl Streep çıkar.

    Filmde Clarissa’yı Meryl Streep oynayınca durum ne kadar karışmıştır acaba diye düşünmüştüm. Dahası kapı açılsa ve karavanın kapısında Meryl Streep “as herself” olarak görünse yani Meryl Streep, Meryl Streep’i görse falan gibi hayallerim vardı. (Streep Streep’e Karşı) Olmadı galiba öyle bir ÅŸey. Hatırlamıyorum, olsa hatırlardım.

    4. Streep’le ilgili önceki sene çok ileri geri konuÅŸtum. Her ödül töreninde (Bafta, Oscar vs) ödül aldı, ödülü bir önceki senenin en iyi aktörü verdi, bir önceki senenin en iyi aktörü (tüm ödüllerde) Colin Firth idi ve (o) kadın her seferinde ama her seferinde Colin Firth’ü öptü. (Her seferinde öptü! Her seferinde!)

  • Reply Emre Sururi 10/11/2013 at 16:19

    çok da uzatmamak lazım: ne de olsa misafirliÄŸin de bir tadı var, bir de kalkma zamanı…

    (maddeleme fikri iyiymiÅŸ, o halde-

    1) İnsanın kendisini oynaması veya kendisinin oynadığı bir rolle ilgili yine kendisinin oynadığı bir rolle ilgili yorumu vs.. için: http://www.emresururi.com/blogs/sururi/index.php?msg=4768 (colin firth bonusu için de bkz. ilk yorum)

    2) daha fenası (ennn), kendisinin başka birini oynadığı bir rolde başka birinin kendisini oynaması için:
    Synecdoche, NY üzerinden http://www.emresururi.com/blogs/sururi/index.php?msg=4423

    3) benim ölmeden önce değil de, öldükten sonra kafayı taktığım (takacağım) çok soru var, o yüzden hazırlıklı gidiyorum.

    4) Kitabı dijital ortamda okuyorum ama aşırı ÅŸekilde bulundurmak istedim, (Ä°ngilizce yeni baskısı 27 TL idi), nadirkitap.com eliyle dijital sahaflara uzandım, bulamadım (olanlar çoktan satılmış), sonra Fowles’un adını vererek arattım, “FRENGH LIEUTENANT’S WOMAN” adıyla kaydedilmiÅŸ bir tane buldum [http://www.nadirkitap.com/the-frengh-lieutenant-s-woman-john-fowles-kitap3194693.html] (sen o zor mu zor “lieutenant” kelimesini doÄŸru yaz da, “French”de takıl, olacak iÅŸ mi!), 7TL idi ısmarladım, cuma geldi, Amerika’daki 1. baskı paperback, misler gibi de kokuyor (kargo poÅŸetini açtığımda ilk geldi o güzelim kitap kokusu, ÅŸimdi aralarda açıp kokluyorum).

    5) Şu baştaki maddelerin bir ihtimal dijital ortamdaki yansıması için, benim de daha az evvel haberimin olduğu:
    http://en.wikipedia.org/wiki/Stanley_Parable
    buradan da oyunun kendisi görülebilir:
    http://www.youtube.com/watch?v=ofOp4_iRUk4

    —-
    bu da çok büyük bir ihtimalle konu (ve civar köyler) hakkındaki son yorumumdu, sevgiler, selamlar, sururi over & out.

    • Reply Bahar Malik 11/11/2013 at 01:46

      Berbat bir ev sahibi olduğum söylenir, umarım memnun kalmışsındır diyeyim o zaman ben de :)

  • Reply Emre Sururi 11/11/2013 at 02:40

    Bilakis, kek ÅŸimdiye kadar yediÄŸim en güzel keklerden biri idi, keza çay da öyle (i.e. “yediÄŸim en güzel keklerden biri idi”). Ben de misafirliÄŸimi bilsem de şöyle bir “hoşçakal!” dedikten sonra gidebilsem — iki dakika sonra kapıyı geri çal: “sanırım anahtarımı sizde unutmuÅŸum, ah teÅŸekkürler, tekrardan hoşçakal… (10 dakika sonra) ah, yine ben, yolda giderken fark ettim (tam da otobüse binmiÅŸtim), bu sefer de telefonumu bulamadım… bir çaldırabilir misin acaba? aaa, cebimden geliyor ses… nasıl da fark etmemiÅŸim, seni de tekrardan rahatsız ettim, bu sefer son, haydi hoşçakal, bir kez daha çok teÅŸekkür ederim…” :P

    Dün yukarıdakileri (önceki yorumları) yazıp yattıktan sonra, çok da lazımmış gibi “ah!” dedim, “tren, yazarın kendisi, kurgunun açık edilmesi… Sebastian Knight’ın Gerçek YaÅŸamı’nı öne sürecektim – hele de o son iki-üç bölümü…”. Sen yanlış hatırlamıyorsam seversin Nabokov’u, ben sevmeme galiba (S.K.G.Y. aşırı bir marifetlerini amcalara gösterme çalışması olmuÅŸtu; yakın zamanda okumayı planladığım Luzhin Defansı ile bu V.N.’nin bu ayıbını biraz kapatmaya çalışacağım..).

    (“bu sefer son, haydi hoşçakal”)

  • Reply Bahar Malik 11/11/2013 at 05:12

    Ben severim Nabokov’u doÄŸru. Marifetli buluyorum kendisini :)

    Bu olmadı, bir dahaki sefer yatıya bekliyoruz bu durumda.

  • Yorum yazın