Bu kategorinin altındaki yazıları inceliyorsunuz:

Garip adamlar

Garip adamlar

Beş neşeli Bill Murray linki

Son yıllarda kulaktan kulağa yayılan Bill Murray efsanesi hakkında ne düşünüyorsunuz bilemiyorum. Ama benim için Murray yıllar önceki Oscar töreninde ödülü Sean Penn’e kaptırdığında rakiplerinin aksine üzüntüsünü yüzündeki mimiklerde gördüğümüz dürüst adamdır. Yanılmıyorsam Murray efsanesinin çıkış noktası davetsiz olduğu halde bir anda kapısından içeri girdiği New York’taki bir hipster partisi haberiydi. O günden beri hakkında eğlenceli, komik, garip ve üzüntü verici olarak sınıflandırabileceğim o kadar çok şey okudum ki bunlardan ilgimi çekenleri bir blog yazısında bir araya getirmeye karar verdim. Umarım beğenirsiniz. OKUMAYA DEVAM EDİN

Garip adamlar, Sanat üstüne

Kısa

Uzun zamandır buraya Gustave Moreau ile ilgili bir şeyler eklemek istiyorum. Bir gece, vapurun sıcak kaloriferine yaslanıp büyük heves ve heyecanla uzun bir yazı bile kaleme aldım. Fakat güzellememi bir kere daha okuyunca alkolün verdiği coşkuyla yazılmış, cümle başına binlerce sıfat düşen, senelerdir hep yanınızda yörenizde bulunmuş ama sizin yeterli ilgiyi gösterip dost olmayı atladığınız o muhteşem adamlara duyduğunuz mahcubiyetin olanca gücüyle hissedildiği, bir duygu sağanağı olarak anmaktan çekinmeyeceğim bu yazıdan (abartılı bulmakla birlikte, gizli gizli her kelimesine inanmama rağmen) eni konu utandım. Ergen gülücüklerimi bir tarafa bırakacak olursak 2010 senesinde geçirdiğim en güzel günlerden birini bana yaşatan Gustave Bey’e keşke yaşasaydı da teşekkür edebilseydim.

Çok beklenmedik ama modernin başlangıcının izini sürenlerin Moreau’yu atlamaması lazım. Kendi dünyasında öyle şeyler denemiş ki şaşıp kalıyorsunuz ve iddialıyım: Mevzu Moreau ise Internet hiçbir şeydir.

Garip adamlar, Kitaplar

Ara sıra Brautigan’ı düşünmek

championfisher

24 Aralık 2006

1993 bilemedin 1994 senesinde benim de yaşadığım kasabadaki bazı insanlar ufak bir değişim fark ettiler.

Artık gerçek bir kitabevi müşterisi olabilmenin bedeli ufak bir yokuşu tırmanmak idi sadece. Raflarında -sadece- kitapların bulunduğu ve o kitapların nefes alabildiği bir yerdi burası. Hafif bunalımlı, biraz tribal fakat iyi niyetli olduğu her halinden belli sahibesi, o zamana kadar gidilen ve ilk göz ağrısı olan, aslına bakacak olursanız her zaman da öyle kalacak kitapçı beyefendi kadar güleryüzlü olmasa da, bu kitabevinin o kasabaya, hadi fazla büyütmeyelim, bazı kasabalılara kazandırdığı vizyon ve genişleme duygusunu yadsımamakta fayda var. Bu kitabevi o zamanlar ilk gençliklerini yaşamakta olan insanların yeni yazar ve kitapları keşfetmeleri için eşsiz bir mekandı. İstedikleri bir kitabı okuyabilmek için güleryüzlü beyefendinin oğlunun baba mesleğini geliştirmek için uğraştığı Beyoğlu’ndaki dükkanından ısmarlanan kitaplarını 3 hafta süreyle beklemek zorunda kalmamaları bu gençler için büyük bir yenilikti, mesela (Meselaya ama = Yine de ufak bir itiraf yapmak gerekirse aynı gençler yıllar sonra Beyoğlu’nda artık bir marka olmuş ve hatta bir kısım gazete tarafından Türkiye’nin en iyi kitabevi seçilmeyi başarmış oğul’un kitabevine her girdiğinde hayatlarında çok fazla hissetmedikleri buruklukla karışık o memnuniyeti duyumsarlar). Her şeye rağmen kasabada kitapsal anlamda devrim yapmış olan ufak ve de yeni mekana dönmekte fayda var. Çünkü anlatacaklarımın gerisi tamamen bu ufacık yer sayesinde oldu. Bu yeni mekana gidip gelmeye başlayan gençler gel zaman git zaman içerisinde tezgahların yan tarafında bulunan masada devasa boyutlarda bir dergi ile karşılaşırlar. Kimse onu anlamadığı için bu dükkanı açmış olan ve de saçlarının kıvırcık olmasından gayrı fiziki hiçbir detayı hatırlanamayan sahibe tam da o günlerde müşterilerinin de onu anlamadığına inanıp fena halde içerlemektedir. Sahibenin bu değişken ruh durumlarını fazla sallamayan gençler ise dergiye dikkat kesilmişlerdir, hele bir de dergiyi meşhur bir yayınevinin kitaplarını tanıtmak amacı ile bedava olarak dağıttığını öğrendiklerinde keyifleri iyice yerine gelir. Her biri birer dergi alıp çıkarken içlerinden bir tanesi derginin kapağının güzelliğinden etkilenip iki tane alarak ortamı terk eder. Dergilerden birisini okumak ve saklamak için diğerini ise odasına asacağı poster imalatında kullanmak için almıştır. Dergiyi okuyup fena halde beğenen bu gencimiz o dergi sayesinde çok sonraları “çok severim” diyeceği yazarlarla tanışır. Derginin eline aldığı kısıtlı miktardaki sayısından çok etkilenir. Bu güzel günler çabuk geçer, önce derginin boyutları küçülür, sonra parayla satılmaya başlar tam buna da şükür diyecekken tribal bünyeli sahibe aylık depresyonlarından birinden kurtulamaz ve dükkanının kapısına kilit vurur. OKUMAYA DEVAM EDİN

Garip adamlar, Kitaplar

Lost in translation

Bir zamanlar Rimbaud şöyle bir dize yazmış: “Par delicatesse j’ai perdu ma vie”. Aşağı yukarı “Nezaket yüzünden hayatımı kaybettim” olarak Türkçe’ye çevrilebilecek bu dizeyi Orhan Veli (ve Fikret Adil) şiire özgü ahengi bozmadan nasıl çeviririz diye bir hayli düşünüp sonunda şöyle çevirmişler:

Avâre gençlik
Her şeye köle
Uğrunda vurdum
Boynuma lâle

Kanık, bu aralar kafamı çok meşgul ediyor. Bu konuda uzun uzun konuşacağız. Eğer unutursam lütfen hatırlatın.

Garip adamlar

Beni de çekin, bayım.

nadarÇoğunluğun dehaların peşinde koştuğu bir dünyada, kendisini toplumdan ayıracak yetenekleri olmamasına ve hatta ileride çok fazla insan tarafından anılmayacak olmasına rağmen döneminde iz bırakmış adamlara ve bu adamların hayatlarını kurcalamayı seven bir azınlığa rastlanabilir. Örneğin, John Fowles’un “Wormholes”ünü okuyanlar, yazar için bu adamın John Aubrey olduğunu fark etmiştir. Bu ilginin illa ki bir kişi üzerine yoğunlaşması elbette gerekmez ama bugünlerde bana “Senin garip adamın kim?” diye sorsalar cevabım “Gaspard-Félix Tournachon” nam-ı diğer “Nadar” olur.

Nadar, babasının baskısı ile eczacılık okumaya çalışmış ama istediğinin bu olmadığını anlayınca Paris’e kaçıp gazetecilik yapmaya başlamış bir on dokuzuncu yüzyıl bıyıklısı. Aynı dönemlerde roman yazdığı ve karikatürist olarak para kazandığı da biliniyor. Ama onu günümüze ulaştıran özelliği fotoğrafçılığıdır. 1850’lerde fotoğraf çekmeye başlayan Nadar, pek çok ünlü ismi stüdyosunda ağırladı ve sonraki yüzyıllara Victor Hugo, George Sand, Delacroix gibi pek çok sanatçının siyah beyaz siluetlerini bırakan isim oldu. OKUMAYA DEVAM EDİN