Şubat 2015: İnternet’te Christian Krohg’un “Albertine Polis Doktorunun Muayenehanesinde” isimli tablosuyla karşılaştım. Kısa bir araştırma sonrası adını ilk kez duyduğumu zannettiğim ressamın aynı zamanda bir yazar olduğunu ve yaşadığı dönemin şartları yüzünden hayat kadını olmak zorunda kalan bir kadının öyküsünü anlattığı Albertine isimli bir roman yazdığını öğrendim. Bu roman bende müthiş bir heyecan yarattı. Mutlaka okumam gerektiğine karar verdim. Krohg’un Albertine temasına sahip diğer tablolarını inceledim. Biraz zaman geçince bu kitabı neden “mutlaka” okumam gerektiğini sorgulamaya başladım. Biraz daha zaman geçince okumam gereken o kadar kitap varken Albertine siparişimi enikonu yersiz buldum. En sonunda Albertine ve Krohg aklımdan çıktı.
Nisan 2015: Christian Krohg’u hiç düşünmedim.
Haziran 2015: Christian Krohg’u hiç düşünmedim.
Ağustos 2015: Christian Krohg’u hiç düşünmedim.
Eylül 2015: Skagen Müzesi’nde ressamın Kızının Saçlarını Ören Anne isimli tablosuyla karşılaştım. Skagen tarzından farklı olan bu tablo hoşuma gitti. Ressamın adını ilk kez duyuyormuşcasına not ettim. Albertine‘yi hatırlamadım.
Eylül 2015 (ilerleyen saatler): Skagen Müzesi’nde bu sefer de Niels Gaihedes’in Öğleden Sonra Uykusu‘nu gördüm. Bu benim kırılma noktam oldu. Tablo öyle büyüleyiciydi ki Krohg’u gündemime almaya karar verdim.
Eylül 2015 (gece geç saatler): Krohg’u araştırdığımda zaten daha önce araştırdığım “o adam” olduğunu gördüm. Şaşkınlığıma sinirlendim, daha beter şaşkınlıklar yaptığım için çok üstüme gelmemeye karar verdim.
Eylül 2015 (ertesi gün): Ünlü Skagen ressamlarından Anna ve Michael Ancher çiftinin evlerini ziyaret ettim. Evi ve içindeki eserleri o kadar beğendim ki gerçek bir Japon turist gibi her ayrıntının fotoğrafını çektim. Eserlerin İngilizce açıklaması olmadığından kafamda yüzlerce soru işaretiyle evden ayrıldım.
Ekim 2015: Sosyal medyada insanlarla değil, müzelerle arkadaşlık kurabilen bendeniz Bahar Malik, Anna ve Michael’ın Evi Müzesi’yle arkadaşlığı ilerlettim. Samimi bir anımızda, evi gezerken kafama takılan soruları arka arkaya soruverdim. Bu sorulardan biri de Edvard Munch’un ünlü tablosu Çığlık‘ı anımsatan yukarıdaki komik portreyi kimin yaptığıydı. Cevabın Michael olduğunu düşünüyordum. Bu da şaşırtıcı bir şeydi. Çünkü Ancher ailesinin hiçbir bireyinde mizahi bir yaklaşımla karşılaşmamıştım. Ancher Evi’nin verdiği cevap ise tam bir sürprizdi. Bu otoportre Christian Krohg’a aitti ve yüksek miktarda alkol alınan bir Skagen gecesinin pişmanlık dolu sabahında çizilmişti. Dahası dostum Ancher Evi’nin söylediğine göre Krohg’un çalışmaları Munch’un ilk zamanlarında sanatçıya ilham kaynağı olmuştu. Bir anlamda usta çırağının eserini taklit etmişti. Size bir şey söyleyeyim mi? Bu bilgi muhteşemdi. Hemen en iyi arkadaşım Ancher Evi’ne sarılıp yanaklarından öptüm. Çünkü dostluk bunu gerektirirdi.
Ekim 2015: Van Gogh Müzesi’nde açılan Munch/Van Gogh Sergisi’nde Krohg’un Uyuyan Anne ve Bebeği tablosunu gördüm. Küratörlerin Krohg’u (adamım!) atlamamış olması hoşuma gitti.
Ekim 2015: Munch/Van Gogh Sergisi’nden aldığım kitabı okurken Munch ile Krohg arasındaki ilişkinin detaylarını öğrendim. Kitabın anlattığına göre Krohg, o günlerin genç ressamlara yardımcı olan, tavsiyeler veren, onlara yön gösteren tecrübeli ressamıymış. Krohg, gençlerin akademiye gitmesine karşıymış. Okulun sanatçıların yeteneklerini, özgünlüklerini ve yaratıcılıklarını körelttiğine inanıyormuş. Gençlerin kendi kendilerine çalışarak “yeni sanat”ı doğurabileceğini iddia ediyormuş.
Bir süre Munch ve Krohg çok iyi anlaşmışlar. Krohg, Munch’un yol göstericisi olmuş ve bu durum birkaç sene böyle devam etmiş. Ancak daha sonra her ne olduysa ikili birbirine tümden düşman olmuş ve bu düşmanlık ömürlerinin sonuna kadar sürmüş. Öyle ki fırsat buldukları her an birbirlerinin eserlerini kötülemişler. Bu bilgiyi öğrendikten sonra Krohg’un Çığlık esinlenmesi sizin de kafanızda bir yerlere oturdu mu? Krohg, arkasında büyük bir felsefe taşıyan ve saatlerce konuşulabilecek bir eseri fazla sarhoş olunmuş bir gecenin pişmanlık dolu sabahına indirgemişti. İzninizle güleceğim: Eheh! Böyle düşmanlıklara bayılıyorum.
Kasım 2015: Munch/Van Gogh Sergisi’ni öyle beğenmiştim ki saatlerce terk edememiştim. Tüm eserleri tek tek inceleyip, tüm açıklamaları okumam yetmiyor gibi sergide gösterilen tüm videoları da (birkaç kere) izlemiştim. Sergi boyunca aldığım notlar ufak bir anı kitabı çıkartabileceğim boyutlardaydı. Bu notları incelerken videolardan birinde gördüğüm bir açıklama dikkatimi çekti. Munch’un Melankoli tablosunu “Tekneye biniyorlar, o ikisi. Biliyorum, şuradaki adaya gidiyorlar. Bir şey yapamıyorum.” notuyla paylaşılmıştı. Bu notları kendileri mi uydurmuş yoksa bir dayanakları var mı diye araştırmaya başladım. Uzun aramalar sonucunda Munch’un bu notu kendi yazdığını anladım (hatta başka açıklamalarını da buldum ama anlatmam, utanırım)
Munch’a Melankoli konusunda neyin ilham verdiği ise benim beynimi patlatabilecek güçte bir şeydi. Hazırsanız anlatıyorum: O günlerde Kristiania’daki (bugünün Oslosu) bohemler arasında açık ilişkiler çok modaymış. Bu ilişkilerin en büyük dezavantajı ise taraflardan biri kıskançlık krizi yaşarsa ortaya çıkıyormuş. Melankoli‘de üzgün bir şekilde denizi izleyen delikanlının ismi Jappe Nilssen. Kendisi bir gazeteci ve aynı zamanda Munch’un çok yakın arkadaşı. Jappe, (sıkı durun) Christian Krohg’un karısı Oda Krohg ile bir ilişki yaşamaya başlamış ve Oda’ya çok aşık olmuş. Oda ise sadece gönül eğlendiriyormuş ve kocasını terk etmeye niyeti yokmuş. Nilssen bir gün, Oda ve Christian’ı bir tekneye binip yakındaki adaya giderlerken görmüş. O dönemde aşık çiftler bu adaya sevişmek için giderlermiş. Oda ve Christian’ın tekneye binip (sevişmek üzere) adaya yol almaları genç adamı kahretmiş. Gelip bu olayı arkadaşı Munch’a anlatmış. Munch da dostunun bu acısını Melankoli‘de resmetmiş ve günlüğüne “Tekneye biniyorlar, o ikisi. Biliyorum, şuradaki adaya gidiyorlar. Bir şey yapamıyorum.” cümlelerini yazmış. Yani özetlersem Melankoli‘de arka planda iskelede duran adam Christian Krohg’muş. (vay be!)
? 2016: Krohg’la samimiyeti ilerletmek için Norveç’e gideceğime yemin ettim. Biliyorum gideceğim.
7 Yorum
En üstteki tablo sanki bir Sherlock Holmes film sahnesinden alınmış gibi duruyor :) bazen insan böyle tesadüfen bağlanıveriyor başta umursamadığı şeylere :)
Evet pastel tonlarda bir Sherlock Holmes sahnesi gibi :)
Iitiraf etmeliyim ki yazinizin basligini gordugumde Bahar Malik Hanim, ne kadar firtinali bir iliski olabilir ki demistim ama yaziyi bitirdikten sonra lafimi yuttum.
Ortalık resmen alev alev :)
Süper bir anıymış gerçekten :)
:)
Mukemmmeelll