Ekim ayındaki “Aman tanrım bu sene okuduÄŸum kitaplar ne kadar vasat çıktı” hezeyanım sonrasında biraz toparlanmaya çalıştım. Ama çabalarım sonuç vermedi. Dün gece ben vasat kitaplar okurken dünyada neler olmuÅŸ diye merak ettim ve farklı gazete/dergi/web sitelerinin 2013’ün en iyi kitapları listelerini karıştırdım. Bu listeleri benim dışımda merak eden olursa diye Güzelonlu’ya da eklemeye karar verdim. Ä°ÅŸte 2013’ün en iyi kitapları listelerinin tam listesi (yenileriyle karşılaÅŸtıkça güncellenecek):
Kitaplar
Bugün sizi iyi yetiÅŸtirilmiÅŸ bir güneyli hanımefendisi misali “hühü” diye selamlıyorum. Nasılsınız acaba?
Her yıl kitabevi dolaÅŸma sıklığımın biraz daha azalması beni üzüyor. Internet’ten alışveriÅŸin çok kolaylaÅŸmasına ve dahası mobil okuma araçlarına karşı koyamıyorum (Kindle’ın her yeni çıkan versiyonu bir öncekinden daha güzel). Ama bir yandan da “kitaba sahip olma” isteÄŸimi durduramıyorum. Bu romantizm mi yoksa eski kafalılık mı henüz karar veremedim. Her ÅŸeye raÄŸmen sevdiÄŸim bir kitabevini ziyaret ediÅŸimde hissettiÄŸim mutluluk hâlâ öylesine güzel ki.
Geçen hafta da bu ziyaretlerimden birini gerçekleştirdim. Bu sefer aldığım kitaplar ise Sıradan Kadınlar Düşü (Samuel Beckett), Bir Kapıdan Gireceksin (Umut Tümay Arslan), Gizli Tarih (Donna Tartt), Rus Edebiyat Dersleri (Nabokov), Bir Son Duygusu (Julian Barnes) ve Boş Koltuk (J. K. Rowling) oldu.
Uzun zaman sonra bazı iÅŸlerden ötürü dışarı çıkınca büyükçe bir kitapçıyı da dolaÅŸma fırsatı buldum ve birçok güzel kitabın Türkçe’ye çevrildiÄŸini bu sayede gördüm. Katılır mısınız bilmiyorum ama ben sevdiÄŸim yazarların kitapları veya artık klasik sayılabilecek eserler Türkçe’ye çevrildiklerinde çok seviniyorum. Çünkü böylece çevremdeki daha çok insan onları okuma imkanına sahip olacakmış gibi hissediyorum. Türkiye’deki talebin fazla olduÄŸu görüşünü yaymak için de bu tarz kitapları gördüğümde satın alıyorum. Gerçi bazıları “Her ay aynı kitaptan bir tane daha alırsan yazarların daha çok eserini çevirir ve basarlar” diye dalga geçiyor ama bu yorumlar yüzünden yaptığımdan vazgeçeceÄŸimi sanıyorsanız elbette ki yanılıyorsunuz.
Bu sefer satın aldığım kitaplar Özgürlük (Jonathan Franzen), Solar (Ian McEwan), Nabız (Julian Barnes), Howards End (E. M. Forster), Mutfaktaki Tarifbaz (Julian Barnes), Hayalperestler (Patti Smith), Lütfen Sessiz Olur Musun, Lütfen? (Raymond Carver) ve Daniel Martin (John Fowles) oldu.
Fransız TeÄŸmenin Kadını’nı ilk okuduÄŸumda eserin filme uyarlandığını bilmiyordum. Daha sonraki yıllarda bu bilgiyi her nasılsa duyduÄŸumda/öğrendiÄŸimde ilk ve tek merak ettiÄŸim Fowles’un filmde kendisini oynayıp oynamadığı oldu. Romanı okumuÅŸ olanlarınız biliyordur: Kitabın sonlarına doÄŸru Charles trene biner ve bir süre Fowles ile birlikte seyahat ederler. O bölümü özellikle de Fowles’un Charles’a bakarak kendi kendine “What the devil am I going to do with you?” demesini severim.
Senelerdir filmde Charles ve Fowles’un karşı karşıya oturup oturmadıkları ve Fowles’un anlamlı gözlerle adama bakıp bakmadığı nadir de olsa içimde bir ÅŸeyleri kemirse de bu konudaki gerçeÄŸi hiç öğrenmedim ve dahası öğrenmeye teÅŸebbüs etmedim. Bu sabah ölümle ilgili (her nedense) ufak bir düşünceye dalmışken aklıma şöyle bir sahne düştü: Yıllar geçmiÅŸ, iyice yaÅŸlanmışım. Yatağımda son nefesimi vermek üzere uzanmış bekliyorum. Ä°lla ki beni seven biri elimi tutuyor. Elimi tutan ÅŸahsa yavaÅŸ hareketlerle biraz daha yaklaÅŸmasını iÅŸaret ediyorum ve yüzlerimiz arasında çok küçük bir mesafe kalmışken kısık sesle “John Fowles o filmde sahiden oynadı mı patron?” diye soruyorum ve bu büyük gizemin cevabını öğrenemeden yaÅŸama veda ediyorum.
[John Fowles’un fotoÄŸrafı bilgilendirme amacıyla kullanılmıştır. Telif hakkı fotoÄŸrafı çekene aittir.]
Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.
D. H. Lawrence’ın Women in Love‘ının kahramanları iki kız kardeÅŸ olan Gudrun ve Ursula’dır. Gudrun ufak heykeller yapan bir sanatçı, Ursula ise bir öğretmendir. Lawrence’ın da büyüdüğü kasaba olan Nottinghamshire’da yaÅŸayan bu iki kız, zengin bir madenci olan Gerald ve Rupert isimli bir ilköğretim müfettiÅŸi ile aÅŸk yaÅŸayarak kitabın ismine ters düşmemeyi baÅŸarırlar. Rupert’in (Züppe hallerine raÄŸmen ÅŸu romanda en sevdiÄŸim karakter olabilmesi baÅŸlı başına tuhaf bir durum. Lodge’ın baÅŸka bir noktada söylediÄŸi “Whatever you think of Lawrence’s men and women, he was always brilliant when describing animals.” cümlesi inanın benim gibi okurlar için daha da anlamlı) iliÅŸkiler, karşı cins ve cinsellik hakkında farklı fikirleri vardır. Ursula ise bildiÄŸiniz kadındır. Gudrun ile Gerald’da ise daha önce Nice Work‘te de gördüğümüz sanayici-sanatçı çekiÅŸmesini görürüz. Öte yandan Gerald ile Rupert arasında hiçbir zaman açıkça dile getirilmeyen eÅŸcinsel bir çekim vardır. “Acaba bu adamlar birlikte olmaya baÅŸlayıp kızları aÅŸklarıyla baÅŸbaÅŸa mı bırakacaklar?” diye sık sık düşünmeme raÄŸmen delikanlılar arasındaki en büyük yakınlaÅŸma bir sahnede güreÅŸmeleri oldu.