Günlerin getirdikleri

2012

tul

2012 nasıl geçmiÅŸ diye notlarımı ve defterlerimi okuyup, fotoÄŸraflara baktığımda fark ettim ki 2011’in aksine uzun bir yazıyla deÄŸil; tek bir fotoÄŸrafla bu hesabı kapatabilirim. Geçen sene güzel ÅŸaraplar içtiÄŸim, güzel yemekler yediÄŸim, güzel yerlerde dolaÅŸtığım, birkaç eski arkadaÅŸla görüşüp çok fazla yürüdüğüm bir yıldı. 2012 dendiÄŸinde aklıma sevdiÄŸimiz tüllerin sevdiÄŸimiz pencerelerden uçuÅŸtuÄŸu günler gelecek.

Ve umuyorum ki 2013’te de o tüller o pencerelerde kalır. SevdiÄŸim her ÅŸey tam da sevdiÄŸim ÅŸekilde kendilerini koruyabilir.

Bu sene için birkaç hedefim de var (benden beklenmeyecek yeni atılımlar!): 1. Evde yemek yapmak 2. O güzel uçurumda tatil yapmak 3. Gitmediğim farklı ülkeleri görmek (biri bana sponsor olabilir mi?) 4. Kardeşimi görmek 5. Daha fazla kitap okuyup daha fazla film izlemek 6. İnsanların özel günlerini zamanında anımsamak 7.Gizli hedef 8. Çok gizli hedef.

Şubat bu kadar da yaklaşmışken daha fazla geç kalmadan hepinize iyi seneler, mutlu yıllar!

Günlerin getirdikleri, Kısa kısa

Cumartesi gecesi

cumartesi gecesi atesi

Kış bana çok zarar verdi. Kar yaÄŸdığında daha “bon hiver” diyemeden düşüp kolumu incittim. Geçen hafta ise soÄŸuk algınlığı tüm bedenimi esir aldı. Fakat olaylara iyi yanından yaklaÅŸalım. Bu cumartesimi günlerdir bakmadığım sitelerde dolaÅŸarak geçirdim ve ne mutlu ki okuduklarımı sizinle de paylaÅŸacağım.

* Harika, harika, harika! Guggenheim Müzesi’nin kataloglarını paylaşıma açmasının ardından Metropolitan Museum of Art da benzer bir uygulamaya geçmiÅŸ. İçlerinde öyle güzel kitaplar var ki heyecanım çok büyük. Kitapları online olarak okuyabileceÄŸiniz gibi pdf’ini de indirebiliyorsunuz. Hadi hemen okumaya baÅŸlayalım.

* Genellikle bir filmi izlemeden arkasından konuÅŸmam ama Greetings from Tim Buckley‘nin fragmanı sizce de çok itici olmamış mı?

* Sosyal paylaşım ortamlarında fazla vakit geçirmediğim için bıkılan bazı espriler bana komik gelebiliyor. Sanırım bu sebepten hem hipster playlist skecini hem de Instagram klibini sevdim.

* Gülmek demiÅŸken Ron Swanson‘ın adı artık menülerde de geçiyormuÅŸ.

* The Royal Tenenbaums’taki kitaplar ve dergiler.

* “J-Law”ın Altın Küre ödül konuÅŸmasındaki göndermesini anlamayanları buraya alalım.

* Bill Murray’nin gerçek bir gecekuÅŸu olduÄŸunu biliyor muydunuz? Justin Cozens biliyormuÅŸ.

* Live From New York: An Uncensored History of Saturday Night Live, as Told By Its Stars, Writers and Guests: Bu kitabı hediye ettiğimde sevinecek çok tatlı birini tanıyorum.

* Ve Murray’nin anlattığı ÅŸu hatıra, çok dokunuyor.

Ufak bir duyuruyla sizlere veda edeceÄŸim. Son zamanlarda beni heyecanlandıran yeni ÅŸarkılar dinleyemememe çok üzülüyorum. O kadar çok üzülüyorum ki seveceÄŸim yeni parçaları benimle paylaÅŸanların adreslerine ev yapımı harika cookie’ler gönderebilirim (Ben de hiç fark etmemiÅŸtim meÄŸer harika cookie yapabiliyormuÅŸum). Ben olsam bu fırsatı kaçırmazdım, ÅŸarkıları bekliyorum. Sevgiler.

Kısa kısa

Kayıtsız kalamadım

Internet’te takip ettiÄŸim birçok sitenin ve blog’un hayranlıklarını gizlemedikleri ve her bölüm sonrası derin analizler yaptıkları Girls, son ödüllerden de eli boÅŸ dönmeyince televizyondaki tek güzel ÅŸeyin Mad Men olduÄŸu yargımın yanlış olup olmadığını görmek için diziyi izlemeye karar verdim. Merak edenler için sonucu baÅŸtan söyleyeyim: Bence televizyondaki tek güzel ÅŸey hâlâ Mad Men.

girls OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Sanat üstüne

2012’nin tabloları

2012 ile ilgili anlatmak istediÄŸim çok ÅŸey var. Bu yüzden erken baÅŸlangıç yapıp yeni yıla bir hafta kala ilk yazımı yayımlamaya karar verdim. Bu haftasonu defterlerime yazdıklarımın üstünden geçerken en büyük yeri tablolar ve sanatçılarının kapladığını fark ettim. Bu durum bana 2012’li ilk yazım için ilham verdi. Hakkında çok düşündüğüm/karaladığım, bir daha düşündüğüm/yer yer atıp tuttuÄŸum sanatçılar ve tabloların birbirinden bu kadar farklı olması beni de ÅŸaşırttı.

2012 tablolari OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Günlerin getirdikleri

Anılar

En sevdiÄŸiniz rengin, hayatınızı deÄŸiÅŸtiren yönetmenlerin, hayvan eÅŸleniÄŸinizin ya da sevgilinizin hayvan eÅŸleniÄŸinin merak edildiÄŸi günümüz anketleri beni çok korkutur. Bu tarz sorularla karşılaÅŸtığımda arkamı dönüp gitmek isterim. Oysa geçen gün yatağımdayken “keÅŸke birisi en büyülü müze anımı öğrenmek istese” diye düşündüm. Bir süredir bekliyorum ama maalesef kimse sormuyor. Ä°ÅŸte bu yüzden bu blog’da kendime bu soruyu yöneltmeye karar verdim: “Evet sayın B.M. Acabo, lütfen (lütfen!) bize en büyülü müze anınızı anlatır mısınız?”

TeÅŸekkürler! Elbette anlatırım. Birkaç sene evvel bir arkadaşımla Paris’e gittik. Arkadaşımın ÅŸehre ilk gidiÅŸi olduÄŸundan klasik bir turist turu planlamıştı. Ben ise daha çok aylaklık yapma peÅŸindeydim. Giderken yanımda Julian Barnes’ın Medusa’nın Salı ile ilgili güzel makalesini de götürmüştüm. Niyetim, Louvre’a uÄŸrayıp tablonun karşısında makaleyi okumaktı. Arkadaşımın Louvre Müzesi’nde geçirdiÄŸi günün akÅŸamının bu planım için ideal zaman olduÄŸuna karar verdim. Onunla müze kapanış saatinde tablonun önünde buluÅŸmak için sözleÅŸtik. Ben on dokuz otuz sularında mekana girdim. Ãœst kata çıkıp tablonun ressamı Gericault’nun Medusa’nın Salı‘ndan önce benzer temayı iÅŸlediÄŸi tabloları inceledim. Makalede bahsedildiklerini bildiÄŸimden fotoÄŸraflarını çektim. Ardından aÅŸağı inip dev tablonun karşısındaki banka yerleÅŸtim ve küçük kağıtlara bastığım yazıyı okumaya baÅŸladım.

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N