Günlerin getirdikleri, Kısa kısa

Olay

Birkaç hafta önce Robinson Crusoe 389’a girdiÄŸimde çok tuhaf bir ÅŸeyle karşılaÅŸtım. Hemen kapının önündeki yeni çıkan kitaplar masasında yıllardır kitabevinin stoÄŸunda bulunduÄŸunu bildiÄŸim üç adet John Singer Sargent kitabı duruyordu.

Ara sıra saplantılı bir ÅŸekilde web sitesinden varlıklarını kontrol ettiÄŸim bu eserleri birdenbire karşımda görünce büyük bir ÅŸaÅŸkınlık yaÅŸadım. Bu kitapları ortalığa çıkartabilecek tek bir insan tanıyordum (bizzat kendim). Ben böyle bir ÅŸey yapmadığıma göre kim, neden yapmıştı? (Kim Rob389’a saklama ve koruma hakkını verdiÄŸim ama aslında bana ait olduÄŸuna yüzde yüz emin olduÄŸum bu güzellikleri ellemeye cüret etmiÅŸti?)

Heyecanla yanlarına yaklaştım. Kitapları açıp sayfalarını yavaş yavaş çevirmeye başladım. Sanırım esas maksadım onların hala her zamanki gibi sadece bana ait olduğuna ikna olmaktı. Bu sırada kitabevinin diğer köşesinden genç ve şaşkın bir yüz, bedeniylen birlikte bana doğru ilerlemeye başladı. Öğrenci olduğunu (güzel sanatlar?) düşündüğüm bu çocuk merak ve hayret dolu bakışlarıma aynı şekilde karşılık verdi. Öylesi kısa bir andı ki içine ne kadar çok düşünce sığdırdığıma inanamıyorum.

Kapıdan çıkarken dönüp bir kez daha kitaplara ve çocuğa baktım. Umarım derdimi anlatabilmişimdir. Yoksa çok üzülürüm.

Proje: David Lodge

18. hafta: Beckett ve aporia

Bu da nedir diyenler için şurada bir açıklama var.

Aslen Yunanca bir kelime olan aporia, “yolu olmayan yol/çıkmaz yol” manasına geliyor. Klasik yazı sanatında ise yazarın bir durumun gerçekliÄŸi hakkında düştüğü şüpheyi anlatmak için kullanılan bir terim. MeÅŸhur “olmak ya da olmamak” ifadesinin retorikteki aporianın en önemli örneklerinden biri olduÄŸunu söylesem eminim hiçbiriniz ÅŸaşırmazsınız. Aporia aynı zamanda kurgu edebiyatta yazarların okuyucularını merakta bırakmak için çok sık kullandıkları bir yöntem. Genellikle de “aposiopesis” yani üç noktayla sonlanan yarım kalmış cümlelerle birlikte iyi bir ikili olduklarına inanılıyor. Bu metoda sık baÅŸvuran isimlerden biri Joseph Conrad. Projede de yer alan Heart of Darkness‘a sıra geldiÄŸinde romanın aporia+aposiopesis kullanımına dair örnekler içerdiÄŸini de göreceÄŸiz ve bunu hiç yadırgamayacağız. O zamana kadar hakkında konuÅŸmaktan bıkmadığım Fransız TeÄŸmenin Kadını ve onun artık sizin için de meÅŸhur olmuÅŸ, ailemizin sahnesi John Fowles-Charles karşılaÅŸma anıyla idare edelim. Trende karşı karşıya oturdukları Charles’ı izleyen Fowles, hikâyenin geleceÄŸinin ne olacağını bilememektedir ve bunu okuyucuyu ÅŸu ÅŸekilde meraklandırarak dile getirir: “Now the question I am asking, as I stare at Charles is… What the devil am I going to do with you?” OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Kitaplar

bir de

Fransız TeÄŸmenin Kadını’nı ilk okuduÄŸumda eserin filme uyarlandığını bilmiyordum. Daha sonraki yıllarda bu bilgiyi her nasılsa duyduÄŸumda/öğrendiÄŸimde ilk ve tek merak ettiÄŸim Fowles’un filmde kendisini oynayıp oynamadığı oldu. Romanı okumuÅŸ olanlarınız biliyordur: Kitabın sonlarına doÄŸru Charles trene biner ve bir süre Fowles ile birlikte seyahat ederler. O bölümü özellikle de Fowles’un Charles’a bakarak kendi kendine “What the devil am I going to do with you?” demesini severim.

Senelerdir filmde Charles ve Fowles’un karşı karşıya oturup oturmadıkları ve Fowles’un anlamlı gözlerle adama bakıp bakmadığı nadir de olsa içimde bir ÅŸeyleri kemirse de bu konudaki gerçeÄŸi hiç öğrenmedim ve dahası öğrenmeye teÅŸebbüs etmedim. Bu sabah ölümle ilgili (her nedense) ufak bir düşünceye dalmışken aklıma şöyle bir sahne düştü: Yıllar geçmiÅŸ, iyice yaÅŸlanmışım. Yatağımda son nefesimi vermek üzere uzanmış bekliyorum. Ä°lla ki beni seven biri elimi tutuyor. Elimi tutan ÅŸahsa yavaÅŸ hareketlerle biraz daha yaklaÅŸmasını iÅŸaret ediyorum ve yüzlerimiz arasında çok küçük bir mesafe kalmışken kısık sesle “John Fowles o filmde sahiden oynadı mı patron?” diye soruyorum ve bu büyük gizemin cevabını öğrenemeden yaÅŸama veda ediyorum.

[John Fowles’un fotoÄŸrafı bilgilendirme amacıyla kullanılmıştır. Telif hakkı fotoÄŸrafı çekene aittir.]