Sanat üstüne

Antibes, Nicolas de Staël ve Abidin Dino

Başlangıç

Nicolas de Staël Bey’in eserleriyle aÅŸka düşmem yanlış hatırlamıyorsam 2010 yılına denk geliyor. O zamandan beri sessiz sedasız devam eden bu platonik sevdamın birkaç önemli anını bugün sizlerle paylaÅŸmak istiyorum çünkü artık bu aÅŸkı yüksek sesle yaÅŸayacak kadar aÅŸkıma güveniyorum. Dahası anlatmak istediÄŸim birkaç ilginç nokta var.

de Staël’le ilgili en önemli sorunum kendisini Türkçe sevemeyeceÄŸiniz gibi Ä°ngilizce sevmenin de mümkün olmaması. Fransızca bilmiyorsanız ressama duyduÄŸunuz sevgide bir başınasınız. Çünkü her nedense sanatçıyla ilgili yazılmış tüm kitaplar Fransızca olarak kalmış, mektupları bile Ä°ngilizce’ye çevrilmemiÅŸ. Yani sevdamı “Fransızca bilmeden je t’aime sevgili Nico” isimli bir kitap yazarak da anlatabilirdim. Onun yerine Güzelonlu’ya bu yazıyı eklemeye karar verdim çünkü bloglar ölmedi arkadaÅŸlar! Bloglar ölmedi!

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N
Sanat üstüne

Çok sevdiğim bir tablonun ilham kaynağını öğrendiğim günü anlatan yazı

Ben buralara yazar mıydım? Yazardım elbette! Fakat ne zaman buraya hayatın ne kadar yorucu olduÄŸu ve benim ne kadar meÅŸgul olduÄŸumdan mutlaka bahsettiÄŸim bir yazı eklesem üzerime üç kat daha yük biniyor. Ãœnlü bir Türk büyüğü ve canım kardeÅŸimin de sık sık ÅŸikayet ettiÄŸi gibi hayat bizi neden bu kadar yoruyorsun? Niye her ÅŸeyi oluruna bırakmıyorsun? Bugün anlatacaklarımı yazmaya Aralık ayında karar verdim. Åžu anda AÄŸustos’un son günündeyiz. Ä°ÅŸte hayat! Hadi baÅŸlayalım:

Her ÅŸey Amsterdam’daki Stedelijk Müzesi’ni ilk kez ziyaret ettiÄŸim gün baÅŸladı. Hayır, yalan söylüyorum, ikinci ziyaretimde baÅŸladı. Ä°lk ziyaretimde müze restorasyondaydı ve limanın yakınlarındaki ufak bir binada bir fotoÄŸraf sergisi ile ziyaretçilerini ağırlıyordu. Ä°kinci gidiÅŸimde koleksiyonu sonunda görebileceÄŸim için bir hayli heyecanlanmıştım. Bu ziyaretimle ilgili en ilginç nokta ise çıkışta aklımda en çok Jan Sluijters’in görkemli tablosu Bal Tabarin‘in kalması idi. Bal Tabarin, bir zamanlar Paris’in en ünlü ve popüler barlarından biriymiÅŸ. Sluijters de bu barı en çok eÄŸlenilen gecelerden birinde resmetmiÅŸ. Bal Tabarin kadar görkemli tablolardan genelde çok etkilenmem ama renkler ilgimi çekmiÅŸti, dahası örnekleriyle karşılaÅŸmadığım böylesi bir tablonun ismini daha önce duymadığım bir Hollandalı’nın elinden çıkmış olması da bana enteresan gelmiÅŸti. Daha sonraki zamanlarda arada sırada aklıma Bal Tabarin geldi ama ne yalan söyleyeyim, çok da önemsemedim. Bir heyecandı, geçti diyelim.

Bal Tabarin – Jan Sluijters (1908)

OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Sanat üstüne, Seyahat

Nerede kalmıştım?

Sizi terk ettiğim yer işte tam da şurasıydı: Şurası.

Kimsenin beklemediÄŸi üzere Londra’da gördüğüm eserlerden bazılarını anlatmaya devam ediyorum. Çünkü seni yeneceÄŸim Londra! Seni yeneceÄŸim!

Londra’da zaman geçirdikçe gerginliÄŸim artıyordu çünkü hâlâ yapamadığım çok ÅŸey vardı ve muhteÅŸem planımın hepsini uygulayabileceÄŸime dair şüphelerim de artmıştı. Açıkçası bir ÅŸeyleri feda etmem gerektiÄŸini biliyordum ama neyi feda edeceÄŸime bir türlü karar veremiyordum. En sonunda “insan bir Sargent da göremeyecekse niye yaÅŸasın ki?” diyerek Tate Britain’a gitmeye karar verdim. Pimlico durağında beni hoÅŸ sürprizler bekliyordu. Metro çıkışısında (ya da bakış açısına göre giriÅŸinde) hemen yakındaki müzede hangi eserleri görebileceÄŸimiz bize tanıtılıyordu. “Ah Sargent Bey de var, baÅŸka kimler var acaba?” diyerek hepsini inceleyip Turner’ın, Henry Moore’un ve Degas’ın fotoÄŸraflarını çektim. OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Sanat üstüne

XX. yüzyıl fransız resim sanatı


Ekollerinin öncüleri olan asrımızın ve dünyaca şöhretli Fransız ressamlarının harika tablolarının asıllarını görme fırsatını bulduğum için mutluyum!

Resim ve Heykel Müzesi

Ä°stanbul – 24.6.1969

Her şey bir sabah mesaj kutuma tiyatrolar.com.tr isimli instagram hesabının paylaştığı fotoğrafın düşmesi ile başladı. Fotoğrafta Filiz Akın bir Pierre Bonnard tablosunun önünde durmuş, kapağında aynı tablonun olduğu kitabını okuyordu. Eğer beni birazcık tanıdıysanız içinde Pierre Bonnard geçen hiçbir şeye karşı kayıtsız kalamadığımı anlamışsınızdır. Bu fotoğrafa da kalamadım.

Tiyatrolar hesabı fotoÄŸrafı “Yıl 1965, Filiz Akın resim sergisinde Pierre Bonnard’ın tablosunu inceliyor.” açıklaması ile paylaÅŸmıştı. Aklıma ilk gelen Akın’ın Fransa’da bir müzede bu fotoÄŸrafı çektirdiÄŸi oldu. Åžu an size yalan söyledim. Aklıma ilk gelen Pierre Bonnard’ın resimlerinde neler yaptığının resmin fotoÄŸrafıyla asla anlaşılmadığı, Bonnard’ları çıplak gözle görmenin ne kadar farklı olduÄŸu idi. Daha sonra Akın’ın bu fotoÄŸrafı Fransa’da bir müzede çektirmiÅŸ olabileceÄŸini düşündüm. Ancak oyuncunun tablodan daha fazla ilgi gösterdiÄŸi kitabın baÅŸlığına dikkatli bakınca “bir dakika!” (bir dakika!) dedim. Burada bir iÅŸler dönüyordu. Filiz Akın kapağında önünde ayakta durduÄŸu bir tablonun olduÄŸu Türkçe baÅŸlıklı bir kitap okuyorsa demek ki o sırada bu Bonnard ülke sınırları içindeydi. OKUMAYA DEVAM EDÄ°N

Sanat üstüne, Seyahat

Londra demiÅŸken

Londra dememin üzerinden çok zaman geçti. Size Londra’da gördüğüm bazı eserleri anlatacağımı söylememin üzerinden de çok zaman geçti. Åžu anda bu sözü verirken neleri anlatmayı planladığımı hatırlamıyorum. Açıkçası anlatmak istediÄŸim baÅŸka konular da var. Bir Emil Nolde gerçeÄŸi var mesela. Emil Nolde’den bahsetmeyi çok istiyorum. Pierre Bonnard’ın düşündüğüm gibi bir kiÅŸi çıkmamasıyla ilgili uzunca bir hayal kırıklığı yazısı da yazabilirim. Beraber birkaç müze dedikodusu yapabileceÄŸimize inanıyorum. Bir de en çok Cy Twombly’nin güllerinden bahsetmek istiyorum. Ama ne zaman Güzelonlu’ya bu konularda yazabileceÄŸimi düşünsem 1. vaktim olmadığı için yazamıyorum. 2. Her yerde ilan ettiÄŸim Londra yazısı ne olacak diye kendi kendimi yiyorum. O yüzden en iyisi ben bu Londra yazısını yazayım, aradan çıksın. DiÄŸerlerini gene de yazmadığımda “vaktim yok” diye aÄŸlarım.

Bir önceki yazıda Londra’nın sokaklarından, bahçelerinden, evlerinden bahsetmiÅŸtim. Bu sefer de planladığım her ÅŸeyi görmek için neredeyse ortadan ikiye bölündüğüm sanat eserlerinden bahsedeceÄŸim. Londra’ya vardığımda aklıma ilk gelen “madem ki yalnızım neden gidip Fragonard görmüyorum?” oldu. Tahmin edebileceÄŸiniz üzere ben Fragonard’ı sebepsizce (kendime göre sebeplerim var ama anlatmam) seviyorum ve yine tahmin edebileceÄŸiniz üzere bu sevgime yakın çevremce bir anlam verilemiyor. Geçenlerde bir arkadaşım tatilden arayıp “Bahar burada Fragonard evi varmış, Bahar kesin gitmiÅŸtir dedim eheh” dedi. Birincisi orası parfümeri markası olan Fragonard’ın evi ve ikincisi evet gittim! Neyse sonuçta Salıncak’ı görmek için Wallace Koleksiyonu’na kuzeyden sinsice yaklaÅŸtım. Koleksiyon düşündüğüm kadar kalabalık deÄŸildi. Birazcık Velazquezlerini, biraz da Halslarını inceledim. Corot’nun Macbeth’in üç cadısını çizdiÄŸi tabloyu eni konu beÄŸendim ve sonunda Fragonard odasına girdim. “Ah Fragonard, seni gidi ÅŸuursuz” diyerek sevgimi gösterdim ve Wallace Koleksiyonu’ndan ayrıldım çünkü çok iÅŸim vardı. OKUMAYA DEVAM EDÄ°N